|
17 Aralık darbesinin Çevik Bir"i

Hakkında daha evvel, "İnsan en iğrenç kaset şantajına maruz kalsa böyle savrulmaz, bu nasıl bir savrulmaktır?" demiştim.

Kimin hakkında mı?

Artık adını boş verin, "17 Aralık darbesinin Çevik Bir"i" diyeyim de anlayın.

Mahut darbe sivil bürokratik olunca, bu da haliyle "sivil" elbette (Gerçekten de adı lazım değil ısrar etmeyin; isterseniz, Brecht"ten mülhem "Adıneydiherneyse" diyelim.)

Yazık ki yazık, gün geçtikçe daha kötüye gitti, burası önemli.

O kadar ki, "savrulmakla" asla izah edilemeyecek garabet bir hal aldı.

Savrulmak (Allah muhafaza) felaket bir şeydir ama nihayetinde anlaşılmaz değildir.

İllaki kaset maset de şart değildir; kimi zaman çaresizlik öyle baskılar ki insanı, ne yapacağını şaşırır.

Çaresizlik deyip geçmeyin; zordur, çok zor.

Sözgelimi, E 5"e çıkan bir "alüfte" de bedenini keyfi için satmıyordur herhalde, değil mi?

Gelgelelim, "fikrini satmak" bundan bin kat daha vahimdir.

Necip Fazıl üstadımız, "Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası / Bir vicdanın bilemem, kaçtır hava parası" boşuna dememiştir.

Ne ki, "17 Aralık darbesinin Çevik Bir"ine" fikrin fahişesi de diyemeyiz.

Zira ortada herhangi bir fikir de yok. Olsaydı teşrih masasına yatırırdık.

Maalesef yok!

"Sadece bir tetikçi var" diyeceğim...

Ve, Star gazetesinden Şahin M. Emiroğlu"nun şu satırlarını iktibas edeceğim: "Sen hayat boyu başkası adına mı tetik çekeceksin? Kaderin bu mu? Sen her daim başkasının silahını mı temizleyeceksin? Sen hep kritik dönemlerde mutfakta, algı yönetiminde rol alacak ve sonra da bir TOZ BEZİ gibi kullanılıp atılacak mısın?.."

Lakin...

Tetikçi bile diyemiyorum ki!

Çünkü tetikçiliğin de kendine göre bir raconu vardır.

Bu nasıl tetikçilik, her attığında kendini vuruyor!

Kendini, yani, olanca saygınlığını, şöyle veya böyle kültürel birikimini, akademisyenliğini...

Öyle dar bir alandan ateş ediyor ki, kendini vurmaktan öteye geçmesi zaten imkânsızdı.

Habermas"ı getirsen, Wittgenstein"ı diriltsen böylesi dar alanda fazlasını yapamaz.

Kendini hapsettiği alan rezil rüsva olmaktan, iptizale uğramaktan başka imkân vermiyor.

Çevik Bir, 28 Şubat"ta tankların Sincan"da yürümesi üzerine "Demokrasiye balans ayarı yaptık" demişti.

"Adıneydiherneyse" demokrasinin motorunu gündüz gözüyle indirmeyi teklif eden yazılar yazmakla kalmıyor, bir de hiç sıkılmadan, Cumhurbaşkanımız Gül"e "el frenini çek" falan diyebiliyor.

Sayın Gül"ün de rahle-i tedrisatından geçtiği, Büyük Doğu"nun mümtaz mütefekkirlerinden Ali Biraderoğlu"nun "Dava Adamı"nı bir okuyup fehmetseydi, böylesi hayasız teklifte bulunmazdı.

Ayrıca...

Dün "Kayıp trilyon davası" maskesiyle yapılanları bizzat yaşayan Cumhurbaşkanımızın bugün, "17 Aralık opera/syonu"yla yapılmak isteneni anlamayacağını düşünmek nasıl bir maluliyettir?

Hayır, "Adıneydiheryese"nin bu tuhaf ötesi halleri "savrulmakla" açıklanamaz.

Geçekten de bu savrulmaktan çok öte bir başkalaşım.

Evet, "Başkalaşım."

Vakti zamanı gelince tırnakları çıkan, kıllanan, gözleri kanlanmaya başlayan "Kurt adam" misali.

"Kurtlukta düşeni yemek kanundur" ya, bu da gündüz gözüyle milli iradeyi yemeye başladı.

Kardeşlerim, gün, milli iradeye sahip çıkma günüdür.

Gün bugündür, dem bu dem.

10 yıl önce
17 Aralık darbesinin Çevik Bir"i
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı
İsmailağa’ya değil, Türkiye’ye operasyon