|
Ben de sana çaktım hadi bakalım!

İnsan her zaman başka insanlara karşı savundu kendini, bir parçası olduğu doğaya karşı savundu.

Sürekli olarak doğa karşısında güç kullandı ve bunun sonucunda uygarlık ortaya çıktı.

Kuvvete güce dayanan… Korkuya ve bağımlılığa dayanan bir uygarlık…

Bu satırlar bana ait değil.

Andrey Tarkovski''nin dünya durdukça duracak filmi “Kurban”da (Offret, 1986) Alexander, rüzgarın savurduğu yemyeşil çayırlarda gezinen küçük oğluna böyle seslenir.

Aleksander''ın (Erland Josephson) şu “repliğine” dikkat isterim: “Bir bilge kişi, gerekli olmayan şey günahtır, demişti… Şayet böyleyse uygarlığımız baştan sona günah üzerine kurulmuş demektir…”

Aslında baştan beri yaptığım alıntı sırf bu söz içindi.

Çünkü lafı Sevgili Ozay Şendir''in Kanal 24''teki “Tıkırtı Gazetesi” adlı müstesna programında, “sosyal medya” hakkında zikrettiğim bir hadis-i şerife getireceğim:

“Faydasız ilimden Allah''a sığınırım…”

Mana akrabalığının farkındasınız değil mi?

Tarkovski mezkur repliğin ardından kahramanına şunları söyletmişti: “Korkunç bir uyumsuzluk içindeyiz. Maddi gelişme ile manevi gelişme arasında bir dengesizlik var… İşte kültürümüzde, daha doğrusu uygarlığımızda bir yanlışlık var. Temelden yanlış olan bir şey var oğlum…”

Biz de mezkur hadisten hareketle, baştan sona faydasız bir uygarlığımız var diyebiliriz.

Uygarlığımızın zirve noktalarından biri de internet.

Çok tuhaf bir “mecra” bu!

Kulakları açtığı oranda ruhları sağırlaştıran ve yalnızlığı giderirken yalnızlığı çoğaltan bir yanı var.

Faydası yok mu?

Elbette var…

Ne ki, uygarlığımızın da eli mahkum buna. Yani, doğası gereği internete muhtaç!

Laf dönüp dolaşıp “Uygarlığımızda bir yanlışlık var…” ifadesine gelip dayanıyor.

Bir de şu var:

“Sosyal medya” az çok bilgilendirmeye yarıyor ama bilgilendirdiği oranda da cahilleştiriyor galiba!

Mesela…

“Yeni Şafak gazetesine isyanımdır” başlıklı bir yazım vardı. Kılıçdaroğlu''nu bu kadar hırpalayıp elimizden “malzemeyi” almayın demeye getiren “ironik” bir yazıydı.

Bir internet sitesi bunu “Yeni Şafak gazetesi yazarı Salih Tuna kendi gazetesine çaktı!..” şeklinde iktibas etti.

Bunun üzerine bir okuyucu, “Zaten Yeni Şafak gazetesi yazarından başka ne beklenir…” yollu bir yorum yaptı.

“Bilgilendikçe cahilleşmek” dediğim biraz da böyle bir şey.

Bu “okur” normalde evinin yolunu bile bulamaması lazımken, nasıl oluyor da internete girebiliyor?

Hadi girdi diyelim, o siteyi nasıl “tıklıyor?”

Hadi “tıkladı” diyelim; adını, soyadını, şifresini veya mail adresini nasıl yazıyor?

Yok yok, “Yeryüzünde yazısını yanlış anlayabileceği o kadar değerli yazar varken niye ben?..” demeyeceğim. Kader kısmet diye bir şey var.

Engin Ardıç''ın “Ben sana çaktım” başlıklı dünkü yazısına büyük ölçüde katılıyorum.

Katılmadığım yerlerde de gönlüm ondan yana.

“Ben sana çaktım!” hadi bakalım ben de sana çaktım şeklindeki piyasa kızıştırmalarına diyeceğim bir şey yok ama!

Nihayetinde her mecranın kendine özgü bir dili var.

Ayrıca birçok gazetenin tirajını geçen siteler olduğu gibi bu işe hatırı sayılır yatırım yapan siteler de var.

Engin Ardıç, rüzgar dağdan havasını alır misali, internet medyası “yazılı basın”dan havasını alır demeye getiriyor ya, ben o kadar “optimist” değilim işte.

Hatta hiç değilim.

Çünkü…

Bilgilendikçe türeyen mahut cehaletten uygarlığımıza giden bir yol var!

İnternet medyası kesin kazanır usta, biz şimdiden önümüzdeki maçlara bakalım.

13 лет назад
Ben de sana çaktım hadi bakalım!
İyi Ki Varsınız
Bir Başka Mesele: Neden cinsiyet değiştiriyorlar?
Birliğe çağrı
Adamın adı Filistin
Dünya bu gençlerle güzelleşecek