|
Dağ başını duman almış siz yürüyün arkadaşlar!

Düzenin değişeceğine inancını çoktan kaybetmiş; müebbet hapis cezalı, siyasi bir mahkumdu o. “Devrim oldu, artık serbestsin…” diyorlardı, ama o katiyen inanmıyordu.

Provokasyona kurban gitmekten korkuyor, dışarıya çıkmıyordu.

Oysa, hapishanelerin kapısı ardına kadar açılmış, diğer siyasi tutuklular devrim kutlamalarına çoktan katılmıştı…

Bahsettiğim, uzun yıllar önce okuduğum, hafızam beni yanıltmıyorsa, Mahmelbaf marifeti bir oyunun karakteri.

Durduk yerde aklıma gelmedi ama. Elbet bir nedeni var…

Biliyorsunuz, son günlerde, “faydasız” yazılar yazıyorum. Faydasız, yani, gözleri gündeme büsbütün kapalı.

İşte, “Tonyalı profesörün bayram mesajı”, “Yeter artık Deniz Uğur…” ve “Hitler''in müftüye sorduğu soru” başlıklı yazılar.

Uzun lafın kısası; dışarısı kıyamet gibi ''gündem'' kaynıyor; ben kendi gündemimim ''zindanında'' ense yapıyorum.

Ermeni ''soykırım'' meselesi ve bilhassa Irak''a sınır ötesi harekat mevzuları hakkında cansiperane analizler döşenen köşe yazarlarını nasıl kıskanıyorum, anlatamam.

Ah benim canım köşe yazarlarım! Vatan size minnettardır.

Müktesebâtı, en fazla, Hollandalı müsteşrik Martin van Bruinessen''in kitaplarından müteşekkil olanların, Kürtlere tavsiyelerini hadi geçtik diyelim. Ya, Irak''ın bizim için bataklık olacağını Vietnam örnekliği çerçevesinde açıklamaya çalışanların analizlerine ne demeli?!

Yahu, tastamam 24 kez girip çıktığımız Irak''tan hâlâ bir tecrübe edinememişiz de, Amerikan tecrübesi olan Vietnam''dan mı ''ibret'' alacağız?

İlle de tarihten örnek vermek istiyorsanız, daha dün biz Irak, Irak da biz değil miydik?

Uceym Sadun Paşa''yı bilir misiniz mesela?

Türkler için Irak krallığını elinin tersiyle reddeden, 22 Kasım 1914''te İngiliz kuşatması altında umutsuzca ölümü bekleyen Trabzonlu Binbaşı Adil Bey''in komutasındaki askerlerin yardımına Hızır gibi yetişen, Irak direnişimizin büyük kahramanı Sadun Paşayı.

Yarbay Süleyman Askeri''nin Osmancık adlı taburunu, İngilizlerin kuşatmalarını yararak kurtaran ve İngilizlere kan kusturan çöl kartalı Uceym Sadun Paşa''yı siz nerden bileceksiniz?

Çünkü o bir Arap''tı.. ve bütün Araplar bizi arkamızdan hançerleyen kalleşlerden ibaretti, değil mi?

Irak cephesinde yaralı vaziyette, nerdeyse sedyede savaşmayı sürdüren Süleyman Askeri''yi, Albay Nurettin Bey ve Halil Bey''i de bilmezsiniz. Ne de olsa, onlar da, İttihatçı ''maceraperestlerdi''.

Ya Kürtler? Girdiğimiz bütün savaşlarda bizimle beraber savaşan Kürtlerden ne kadar haberiniz var?

Hiçbirinden haberiniz olması da gerekmiyor aslında. ''Gündemi'' yakalıyorsunuz ya nasılsa, siz yazmanıza bakın.

Ben ''gündemi'' yakalayamıyorum, ''mazeretim'' var.

Çünkü bir şey var ki, onu bilmiyorum…

Geçenlerde, Ulvi Alacakaptan''la laflarken, “Kara Geceler Efendim” adlı kabare oyunumu kastederek; sen, dedi, yıllar öncesinden bugünü yazmışsın.

Ulvi Alacakaptan ve rahmetli Hasan Nail Canat''ın kurduğu Birlik Sahnesi''nin 1987''de yurtiçi ve yurtdışında yüzlerce kez sahnelediği mezkur kabarede yer alan bir ''epizotta'', ABD ile yaptığımız Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİA), Amerika''nın bölgeye yerleşmesinin ilk adımı olarak hicvediliyor ve ABD''nin, bölge halklarını birbirine kırdıracağına işaret eden ''koro'' şöyle sesleniyordu: “Siz bölgeye, biz savaşa/Olduk mu tam sömürge…”

Bunu, “Vay be, ne kadar ileri görüşlüymüşüm…” yollu, kendimle dalga geçmek için değil, dün kaçmadığım (malum) gündemden, bugün kaçmamın gerekçesine (çekincesine mi demeliydim?) değinmek niyetiyle aktardım.

Bu gerekçe veya çekince, 28 Şubat darbesinden başka bir şey değildir.

Hani, Apo''yu derdest edenlerin uçaktaki ''çak'' sesleri kulağımızdan henüz silinmeden, “Oh be, terör bitti!..” cümlesi tamama ermeden, asker yolu gözleyen anaların gözyaşları kurumadan daha, yavukluların yosun tutmuş gözleri parlamadan yeni tehdit değerlendirilmesi yapılmış ve birinci sıraya “irtica” yerleştirilmişti.

Mesela, üniversiteli başörtülü öğrenciler, PKK''dan öncelikli tehdit sayılmaya başlanmış, basınımızın amiral gemisini, irticaya karşı, “Topyekun savaş” manşetleri süslemeye başlamıştı.

PKK, bu ''süreç'' boyunca, bir ''çatapat'' bile atmayacak kadar sessiz sakin durmuş, tek bir eylem yap(a)mamıştı.

Ya terör örgütünün hakikaten beli bükülmüş, eylem yapacak mecali kalmamıştı, ya da, ''rol çalmak'' istemiyordu.

Acaba hangisi, bilmiyorum!

Zaten bunun cevabını bilseydim, belki, söz konusu ''gündemle'' barışık yazmayı da becerebilirdim.

17 yıl önce
Dağ başını duman almış siz yürüyün arkadaşlar!
O çukur, aslında kimin eseriydi?
FETÖ'nün 2006 F Tipi Listesi'nden bugüne
‘Mutlaka döneceğiz’ ya da Nekbe’dir yaramızın adı
O güne geri dönmek
‘İletişim aklı’