|
Derin ahmaklar ülkesi

Ultraprima dönemi geride kalmış, 4 yaşına henüz ''merhaba'' diyebilmişti. ''Kaydırak'' kuyruğunda kendisine bir şeyler anlatmaya çalışan Japon çocuğun yüzüne, ''renkli-türkçe'' gözlerle bakakalmıştı. Çünkü ilk kez anadili dışında bir dille yüz yüze gelmişti.

Anlamaya çalışmış; lakin, hiçbir şey anlamamıştı. Şaşırmış, ürkmüş vaziyette yanıma sokulmuştu: “Biz onu duymuyoruz, değil mi baba?”

Anlamamayı duymamakla eşitleyen bu soruya nasıl cevap verecektim? Nerden aklıma geldiyse, “Bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor galiba.” demiştim. Bu repliği bir yerlerden hatırlayanlar, ''ötekileştirmenin'' daniskasını yaptığımı da fark etmişlerdir sanırın. (Kendimden ne kadar utansam azdır!)

Çocuk bu, ''ötekileştirmeden'' ne anlar! Geçiştirmek gayretiyle (biraz da işi muzipliğe vurarak) verdiğim cevap, yatışmasının aksine, korkmasına neden olmuştu.

''Anlatılandan'' hiçbir şey ''anlamamanın'' korkusuydu bu.

Anlamadığını ''duymamak'', en azından, duyduğunu anlamayı ihsas eder. Bu da, hiç değilse, söyleneni duyabilecek şekle dönüştürüp ''algılamak'' sahtekarlığına kapıları kapatır.

Anlamak yerine ''algılamayı'' imleyen mezkur cevap, çocuğun yüreğini devre dışı bırakmış, aklını muhatap almıştı. Evet, korkmuştu çocuk ve Aguirro Acevedo marifetiyle söylersek, ''ötekileştirmenin'' merdivenlerinden korkunun ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. (Kusura bakma Acevedo, azıcık tahrifat yaptık.)

Yürek ''sevginin'' yuvasıdır, akıl korkunun. Ve korkunun ''pıt pıtlarını'' duymuştum:

“Baba gözlerine bak!..” Onların gözleri çekik olur oğlum, Japon işte, desem ne fayda! Aklın vehimleri devrededir artık; hem ''onlar'', hem ''çekik göz'', hem de ne diyor belli değil! Eh işte, çocuk ''algılamaya'' başlamış; korkmasın da ne yapsın?!

Peki, ''algılamak'' dediğimiz neyin nesi?

Bertrand Russell''e göre bir nesne, aldığımız izlenimin başlıca nedeniyse ve bu izlenim bu nesneyle ilgili bir takım çıkarımlar yapmamıza imkan verecek yapıda ise ''algılıyoruz'' demektir. Gördüğünüz gibi uzun ve karmaşık bir süreç. İşin içine beyin, sinir, göz, kulak falan giriyor. Hazret, ''bilimsel'' konuşuyor, biraz kadavra kokusu alacağız almasına da, mevzu vuzuha kavuşmuyor.

Düşünce ve duygularımızda cansız nesnelerde bulamadığımız bazı niteliklerin var olduğunu söyleyen Russell, çevremize karşı belirli bir biçimde davranmamıza neden olan ''bilince'' lafı getirir: “Bilinç kavramının asıl önemli yönü, iç gözlem sonucunda bulduklarımızla ilgilidir. Yalnızca dış nesnelere karşı tepki göstermekle kalmaz, ama tepki gösterdiğimizi biliriz de. Taş ise tepki gösterdiğini bilmez, ama eğer biliyorsa taş da ''bilinçli''dir…”

Taş ile kendisi arasındaki farktan pek emin olmadığını açık yüreklikle itiraf eden filozofumuz, cansız nesnelerde ne olup bittiğine cevap vermez. Derece farkının altını çizer sadece. ''Niçin?'' sorusu telgraf tellerine hiç konmaz zaten. ''İç gözlem'' dediği de ezoterik (müteal) kıyılara yanaşmaz.

Yürekten bağını çözmüş bu ''akılları'' bir yana bırakıp, Pueblo Kızılderilileri'' ne kulak verelim: “Normal hiçbir kimse kafasıyla düşünmez. Biz yüreklerimizle düşünürüz!..”

Günlerdir tuhaf bir vodvil izliyoruz. Katil, katil zanlısı, ''büyük abi'', muhbir'', sürpriz tanık, emniyet, istihbarat, JİTEM, video görüntüleri, 301. Madde, derin devlet ve mebzul miktarda köşe yazarının sahne aldığı acayip bir vodvil. “Olgunlaşması engellenmiş bir toplumun” yürekle hepten bağını koparmış maskaralığıdır bu.

“Yaşı küçültülmüş toplum” kesitinin ''taşlaşmış bilinçle'' de tevil edemeyeceğimiz aklının yanında, anlayamadığını duymayan çocuk aklı ne kadar saf, ne kadar sahici!

Derin ahmaklar ülkesinin aklı, yaşı küçültülmüş çakal aklıdır; anlayamadığına yanacağına tezvirata sarılır

17 yıl önce
Derin ahmaklar ülkesi
Siyasette yumuşama: Mümkün mü?
Genç kimdir?
Başkan Erdoğan soykırım davasının müdahili olarak ABD’ye gidecek mi?
Özgürlüğün otoriterliği karşısında Filistin taraftarı öğrenciler
Gazze ışığında üniversitenin misyonu