|
Tello mu, Tabata mı?

Tello sıfır bonservis ücretiyle alındı. Sporting Lizbon''da defansın solunda oynayan bir oyuncuydu. Beşiktaş''taki ilk yılında Üzülmez''in yerinde birkaç maç oynadı. Ancak daha çok sol orta alan olarak Üzülmez''in önünde görev yaptı.

Bu durum Mustafa Denizli ile değişti ve Tello''ya birden bire 10.5 numara (ne demekse) görevi verilmeye başlandı. Bek, orta sol ve sonunda 10.5 numara. Benim kafam karıştı. Peki 10.5 numara olarak, 8 milyon euro bonservis bedeliyle Tabata transfer edilmedi mi?

Galatasaray ile "Olmazsa olmaz" maçı oynuyorsun ve 8 milyon euroluk adam 90 dakika kulübede. Bedava aldığın ise 90 dakika sahada. Bu işte bir terslik yok mu? Kulüp mü transferde yanlışlık yaptı yoksa Denizli mi doğru tercihlerde bulunmuyor? Aslında her ikisi de. Tabata, bonservisine 8 milyon euro verilecek biri değil. Tello da, santrfor arkasında takımı karşı kaleye taşıyacak o çok söylenen 10.5 numara değil. Tabata o mevkide Tello''dan kat be kat daha yararlı bir oyuncu. Her şeyden önce o yerin gerçek adamı. Tello çakma. Ve de bu sezon feci dökülüyor. Takımına en ufak katkısı yok. Duran toplarda bile çuvallıyor.

Beşiktaş''ın Galatasaray''a karşı üstünlük sağlayamamasında Tello-Tabata tercihindeki yanlışlık bana göre birinci faktördü. İkincisi ise oyuncu değişiklikleri oldu.

Geçen sezon şapka çıkararak önünde eğildiğimiz Denizli, bu sezon çıkmaz sokaklara sapıyor. İlginçtir hatayı görüp dönüş de yapmıyor. Deneyimli teknik adam derbi sonrası, "Pozisyonları biz ürettik ama son vuruşlarda isabet sağlayamadık. Beşiktaş asla ve asla şampiyonluk yarışından kopmayacak" dedi.

Sevgili hocam, sezon başından bu yana inanılmaz bir gol kısırlığı yaşadığınız apaçık ortada. Fenerbahçe 44, Galatasaray 43, Bursa 41 gol ile zirve yaparken koca Kara Kartal 26 golde kalmış. Bu gol sayısı ile sadece 4 takımı (Ankaragücü 25, Diyarbakır 20, Manisa 18, Denizli 16) geçebilmiş.

Sayın hocam, "Yarıştan kopmayacağız" diyorsunuz. Bu format ile devam ederseniz, değişmezseniz, değiştirmezseniz ne yazık ki sadece amorti ile yetinmek zorunda kalırsınız.

En büyük Daum!

Güiza''ya koro halinde "Yuhh!" Suçu, Bursa kalecisi İvankov ile karşı karşıya iken golü atamaması. Şu Güiza''nın yediği haltı(!) görüyorsunuz değil mi? Aslında taraftar çok centilmen! Güiza''nın hemen oracıkta taşlanması gerekirdi! Neyse ki stat dışında epeyce hırpalanmış! Hele hele maçtan sonra Samandıra''daki o küfürlü protesto ne müthişti! "En büyük taraftar, futbolcular sahtekar!" çığlıkları herhalde bir nebze de olsun öfkeleri dindirmiştir! Sen git Bursa''ya yenil. Hem de 2 farklı önde iken. Taraftar adama işte böyle ders verir! Oh olsun hepsine!

Daum''a da aferin! Taraftar, "Semih, Semih" diye bağırdı, Herr Daum da anında yerine getirdi. Seyirci isteyecek de Daum bu emri duymazlıktan mı gelecek?

Daum söz dinleyen uslu bir teknik direktördür! Başkanının da her buyruğunu anında yerine getirir! ''Aziz-silin''lere hemen boynunu büker! Teknik direktör işte böyle olur! Başkanına ve taraftarına kayıtsız, şartsız itaat eder!

Büyük lider Daum, maçın içindeki taraftara karşı yaptığı o tepki için de şöyle konuştu: "Bana küfür edildiği için sinirlendim. ''Güiza çıksın'' tezahüratına değildi o tepkim." Çevir kazı yanmasın. Bu arada sevindirici de bir durum var! Baksanıza Daum, İstiklal Marşı''mızdan sonra küfürlerimizi de öğrenmiş! Hey yavrum hey! En büyük Daum başka büyük yok!

Şaka bir yana yaşananlar gerçekten son derece üzücü ve de düşündürücü. Benzer tabloları Beşiktaş, Galatasaray, Trabzonspor, Bursaspor taraftarları da sergiliyor. Saha içinde tek oyuncuya dahi olsa yapılan protestonun bütün futbolcuları etkilediğini, yıprattığını taraftar nasıl göremiyor? Ve de Daum, Güiza''yı çıkartıp Semih''i oyuna alarak kendisini kukla konumuna nasıl düşürüyor? Askerini korumayan, satan bir komutanın takım içindeki itibarı sıfırlanmaz mı? Başkana, ağam paşam, taraftara, canım gülüm, futbolcuya, boşver gitsin. Haydi oradan…

Rijkaard''ın kuralları

Santrfor sıkıntısı en üst düzeyde. Baros ve Kewell gibi tabelaya hükmeden iki çok önemli oyuncu sakat. Nonda gönderildi. Üç günde oynanan, stres katsayısı yüksek iki maç… Ve ikisinden de yüz akıyla çıkmasını bilmek.

Bazı şanssızlıklara, bazı imkansızlıklara karşın demek ki Rijkaard işini biliyor. Kriz yöneticisi olarak durumu iyi idare ediyor. Atletico Madrid maçında ilk yarı bitmeden Caner''i dışarı aldı. Bu uygulamasını epeyce eleştiren oldu. Ben onlara katılmıyorum. Rijkaard o hamlesiyle sadece Caner''e değil, tüm futbolcularına şu mesajı verdi: "Her şeyden önce prensipler gelir. Sisteme, kurallara, oyun disiplinine uymayanlar devre dışı kalır." Bu arada Caner''in kafasını da koparıp atmadı.

Servet''i son iki-üç maçta kulübede oturtması da bence oyun felsefesine sıkı sıkıya bağlı olduğunun göstergesi. Rijkaard''ın futbolcu kalitesini biliyoruz. Barcelona''daki teknik direktör Rijkaard''ı da tanıyoruz. Barcelonalı oyuncular topu okşayarak oynuyorlardı. Orada da top ile akrabalığı iyi olanları tercih ediyordu. Servet''de fizik güç, dayanıklılık, sürat tamam. Ancak konumuz atletizm değil ki. O top geriden adrese teslim çıkmazsa, orta alan görevlileri ve forvetler ne duruma düşecek?

Artık gözü kapalı topu şişiren oyuncular ikinci plana itiliyor. Servet küsmeyecek, kızmayacak, becerilerini bilerek oynayacak. Fanteziye kaçmayacak. Topu kazandığında en yakındaki arkadaşına teslim edecek. Fizik gücü ve dayanıklılığı ile ayakta kalabildiğinin farkına varacak. Rijkaard yasalarına kayıtsız şartsız uyacak.

Alnından öpülecek adam

İbrahim Üzülmez Galatasaray maçından sonra, "Bir iyi, bir kötü oynuyoruz. Şampiyonluk iddiasındaki ekip böyle olmaz. İstikrarı yakalamalıyız" diye konuştu.

Üzülmez bu yorumu bir genelleme içerisinde yapmış ve kendisini de işin içine katarak alçak gönüllülük göstermiş. Gerçeğin hiç de öyle olmadığını herkes biliyor, görüyor. Üzülmez, şu andaki kötü durumun tamamen dışında. Adeta futbolunun baharında. 36 yaşında genç bir delikanlı. Fizik olarak dimdik ayakta. Mükemmel bir profesyonel. Koşuyor, boğuşuyor, terini son damlasına dek akıtıyor. Benzerine zor rastlanan bir istikrar abidesi. Alnından öpülecek adam. Böylelerini alıp bağrımıza basmayalım da ne yapalım?

Garibim Onur Recep

Tony Sylva 29 Haziran 2008''de Lille''den transfer edildi. Önüne kırmızı halılar serildi. Üç yıllık mukavele yapıldı. Eurolar havada uçuştu. Havalimanında omuzlara alındı. Kale hemen ellerine emanet edildi. Hakkında methiyeler düzüldü.

Onur Recep Karşıyaka''dan 2007-2008 sezonunun ikinci yarısında sessiz sedasız transfer edildi. Kenarda köşede tutuldu. Yüzüne bakılmadı. Garibime karşılama töreni de yapılmadı. Bir buçuk yılda kendisine sadece 3 maçta görev verildi.

Kısa süre önce Trabzonspor''un başına Şenol Güneş geçti. Onur Recep bir anda kendisini vitrinde buldu. Kısa sürede uyum sağladı. Şimdi o kalede 40 yıldır nöbet tutuyormuş gibi.

Şenol Güneş olmasaydı Onur Recep acaba sahne alabilir miydi? İşte hoca farkı!

14 yıl önce
Tello mu, Tabata mı?
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı
İsmailağa’ya değil, Türkiye’ye operasyon