|
“Bir biz vardık cihanda bir de küffar”

Filistin’de İsrail’in yaptığı soykırımlar önce İngiltere’nin himayesinde başladı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan manda ve himaye rejimleri sonuçları itibarıyla oldukça sarsıcı gelişmelerdi. Bu dönemler kalıcı sonuçlar doğurdu. Açıkça ifade etmemiz gerekirse sosyal ve siyasî alanda ortaya çıkan birçok yapının manda ve himaye rejimlerine kadar dayanıyor olması da içinde yaşadığımız dönemlerin aydınlatılamamış noktalarıdır. FETÖ elebaşı 1991’de İslam coğrafyası ABD öncülüğündeki Batılı güçler tarafından işgal edildiğinde Iraklı çocuklarla ilgili duygu ve düşüncesini açıklama gereği duymamıştı. Fakat Saddam Hüseyin, dönemine göre isabet oranı oldukça düşük füzeleri Telaviv’e attığında aynı şahıs hemen ortaya çıktı ve sabahlara kadar İsrailli çocuklar için gözyaşı döktüğünü dinî bir cezbeye tutularak anlattı. Bunun manda ve himaye rejimleriyle ilgisi çok açık olmasa da fikrî kökleri üzerine yapılan çalışmalar karanlıkta kalan noktaları aydınlatmaya yetecektir. Böylesi bir vahamet bir daha görülmez diyenler elbette yanıldılar. İzzettin el-Kassam Tugayları, Gazze’den İsrail’e sızmayı başardıktan sonra İsrail ordusunun soykırıma yol açan saldırılarını meşrulaştırmak için öne sürülen toprağı sattılar ifadesi, bu yanılgının, nerelere kadar uzanabileceğini gösterdi.

Şu ana kadar Osmanlı dönemi Filistin’i hakkında yayımlanan birçok belge, ilmî kitap, seyahatname ve hatırat türündeki eserler, Kudüs etrafında şekillenen yaklaşık iki asırlık Doğu-Batı mücadelesine işaret ediyor. Bu eserler ciddî bir şekilde gözden geçirildiğinde toprak sattılar türünden iftiraların son derece basit ve fakat etkili, başka bir amaca matuf çıkışlar olduğu görülür. Bu bakımdan FETÖ elebaşının İsrailli çocuklarla ilgili duygularını dışa vurduğunda amacı ne idiyse toprağı sattılar iftirasını gündeme getirenlerin amaçları da odur. Yaklaşık iki asırdır devam eden mücadelenin onlar için bir kıymeti yoktur, diyemeyiz. Taraf oldukları çok açıktır. Tarih, Kudüs’ün merkezinde olduğu jeopolitik değeri çok yüksek mekânın istimlak edilme isteği etrafında şekillenmektedir. Eğer daha da geriye gidilirse Napolyon’un Mısır’ı işgal ettikten sonra Akka’yı kuşattığı tarihe bakmamız gerekir. Fransızlar da Osmanlıların yüreğine korku salmak için binlerce masumu idam ettirmişti. Fakat hiçbiri Cezzar Ahmet Paşa’nın direncini kıramadı. Sonunda Napolyon’un ordusu Akka önlerinde mağlup edildi. Macron’un İsrail’e destek turunu bir de bu açıdan görmek gerekir.

Napolyon’un ordusu Akka önlerinde mağlup olup çekip gitti fakat Avrupalıların Kudüs’e ilgisi bitmedi. Chateaubriand, Nerval ve Flaubert Doğu’ya seyahat için yola çıktıklarında hedeflerinde muhakkak Kudüs vardı. Alexander William Kinglake de Kudüs’e gitmek istiyordu. Nice orduların hedefinde de hep Kudüs vardı. Orlando Figes gibi Rusya üzerine çalışmalarıyla meşhur modern dönem İngiliz tarihçisinin Kırım Savaşı’nı Kudüs’ten başlatması da oldukça anlamlıdır.

Yaklaşık iki asır önce olduğu gibi “düvel-i muazzama” bugün de Kudüs’e yoğunlaşmaktadır. Sadece kökleri manda ve himaye rejimlerine uzanan devşirmeler İsrailli çocuklar için sabahlara kadar gözyaşı döktüğünü beyan edebilir ya da toprağı sattılar iftirasını atabilir. Çünkü onlar işaret edilen düvelin hâlâ muazzam statüsünü koruduğuna inanıyor ve bu sebeple onları hakikatin kaynağı olarak görüyor. İddialarının gücü de arkalarını yasladıklarından geliyor.

Meşhur Ömer Muhtar filminde çok etkileyici bir sahne vardır. Rodolfo Graziani, Ömer Muhtar’ı ele geçirmek isteyen İtalyan birliklerinin komutanıdır. Bir yerde Ömer Muhtar’ı köşeye sıkıştırmayı başarır. Fakat adamlarından biri kendini feda eder ve Ömer Muhtar kaçmayı başarır. Bu fedakâr gence çok ağır işkenceler yapılır ama konuşturamazlar. Sonunda Graziani’nin subaylarından biri işkence altındaki gence birtakım vaatlerde bulunur. Konuşursa onu serbest bırakacaklarını söylerler. Genç ve yakışıklıdır ve önünde iyi bir hayat olabilir. Graziani subayına döner ve “sen benden daha zalimsin” der. Devamında da “elini yüzünü temizleyin, karnını doyurun ve sabahleyin idam edin” emrini verir.

Küçücük Gazze’de, Batı Şeria’nın gerçek anlamıyla istimlak edilmiş topraklarında dünyanın gerçekten bir zamanlar en güçlü devletlerine karşı koyan küçücük bir topluluğa, Filistinlilere topraklarını sattılar iftirasını atmanın veya İsrailli çocuklar da acı çekiyor diyerek meseleyi başka mecralara sürüklemenin elbette bir anlamı vardır. Seçkinler arasına dâhil olmak isteyenler kendi coğrafyasına Chateaubriand, Nerval, Flaubert ve Kinglake’in gözüyle bakmaktan kurtulamaz.

Yine Doğu-Batı kategorileri netlik kazandı. Biz de Cemil Meriç gibi “Bir biz vardık cihanda bir de küffar” demek durumunda kaldık.

#Tarih
#Osmanlı
#İsrail
#Selçuk Türkyılmaz
6 ay önce
“Bir biz vardık cihanda bir de küffar”
Bu dağlarda kar olsaydım
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı