|
Egemenlik ulusun(mu)dur?

Modernliğin târihi biri "kurumsal"; diğeri "toplumsal" olmak üzere iki gövdede şekillenmiştir. Bunlardan ilki çok kadim köklere sahip bir dünyânın modernleşmesi iken; ikincisi nevzuhur bir olgudur. Bunu açalım. Şöyle söylemek de mümkündür: Devletin hikâyesi çok eski iken toplumsalın hikâyesi çok yenidir. Kadim devlet dönüşerek modernleşti. Toplum ise teb"anın küllerinden doğdu. Kadim devlet, modern devletin öncelidir. Bu öncelemeyi toplum için yapamayız. Çünkü teb"anın ve toplumsalın anlam katmanlarında (semantik) yatan nitelikler birbirine çok aykırıdır.

Teb"a ile toplumsal arasındaki en önemli farklardan birisi, ilkinin siyâset dışı; ikincisinin ise siyâsal bir alan olarak tezahür etmesidir. Teb"anın siyâset ile ilişkisi alabildiğine edilgendir. Siyâset devletin alanındadır ve sıkı sıkıya ona tekellenmiştir. Kadim devlet teb"asını yönetir. Bunu yaparken ise asla teb"asından akıl almaz ya da ona akıl sormaz. Kadim devlet kendi aklını kendisinden alır. Buna da "hikmet-i hükûmet", yâni hükmetmenin hikmeti denir. Buna göre devlet yönetir; teb"a yönetilir. Yanlış anlaşılmasın; sözkonusu ilişki elbette ki kayıtsız ve şartsız değildir. Adâlet dairesinde dengelenir. Kadim medenî devlet, teb"asına eziyet etmeyen, onu hattâ hoş tutan ve ihyâ eden bir devlettir. (Yoksa kıyam çoğu kez kaçınılmaz, hattâ meşrû olur). Ama bunun karşılığında teb"a da ona sonuna kadar itaât etmelidir. Ama siyâset yapmayı asla ve kat"a talep etmeyecektir. Teb"ayı korunma, kollanma karşılığında devlete bağlayan tek bağ katıksız bir yükümlülük ahlâkıdır.

Modern devletin hikayesi bundan farklı başlamadı. Onu kadim devletten ayıran olgu, hikmet-i hükûmet ilkelerini, meselâ adâlet gibi bir moralpolitik koddan çıkartıp doğrudan realpolitik"e bağlamasıdır. Bunu Machiavelli ve Hobbes siyâsal bir doktrin olarak temellendirmiş; Bodin gibi büyük hukukçular kanonik bir olgunluğa ulaştırmıştır. Egemenlik Leviathan"ın baskın niteliğidir.

Öte yandan modern devlet de tıpkı kadim devlet gibi, teb"asına teb"a olarak bakıyordu. Fransa"da 18.yüzyılda bile 14.Louis apaçık, hattâ fütursuzca "Ben devletim" diyebilmekteydi. Ama bu bakış bedelini, aynı kanı taşıyan, yâni bir Bourbon olan 16.Louis"de ağır ödedi. İşin içine, adına sivil güç denilen, aşağı yukarı toplumsalı anlatan bir güç karışmış ve teb"adan beklenmeyen bir güçle kurulu bütün hesapları alt üst etmişti.

İşte toplumlaşma olgusu, devlet ile teb"a arasındaki tersine çevrilmesidir. Toplum, modernliğin şafağında devlet ile özdeşleştirilen egemenlik kavramını "haklar ve özgürlükler" ve "eşitlik" temelinde sorgulayabilme potansiyelidir. Başka türlü söyleyelim: Toplumsal dediğimiz olgu, egemenliğin kime âit olursa meşrû kabul edileceğini sorgulama rüştüdür. Bu rüştü ispat edebilenler ulus olurlar. Yâni ulus, bazılarının sandığı gibi ortak bir cedde ya da kültüre sahip olmak değildir. Yeryüzünde böyle olup da ulus olmayan; olması da ihtimâl dışı kalan yüzlerce topluluk vardır. Hâsılı, uluslaşma toplumlaşmanın fonksiyonudur. Egemenlik devletten çıkıp topluma mal oldukça ulus olunur. Değilse, ulus olunmaz; olsa olsa ulusun fetişleri yapılır. (Bir değerlendirme de sınıflar için yapılabilir. Burası yeri değil; ama hemen kaydedelim ki başlangıçta toplumsal sınıfsalın fonksiyonu iken, bugün artık onlar da tıpkı ulusal gibi toplumsalın fonksiyonu olmuşlardır).

Devlet inşâsı ile ulus inşâsı çoğu kez sanıldığı gibi birbirini tamamlamaz. Bunların çelişmesi son derecede doğal karşılanması gereken bir olgudur. Oligarşik siyâsetler bu durumda devlete odaklanır; bürokrasi içinde yuvalanırlar. Ayrıcalıklarını kaybetmemek için ellerinden geleni ardlarına koymazlar. 1923"de kurucular çok büyük bir isâbetle meclise hârikûlâde bir hatla yazılmış düsturu astılar: "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir". Ama uygulamada öyle olmadı. Türkiye"de aşağı yukarı 2000"lere kadar "hâkimiyet; o kadar da kayıtsız şartsız olmamakla birlikte yine devlette ve onun oligarşisinde kaldı. Bu bir odak kaymasını ifâde ediyor. Nitekim egemenliği toplum devletten devralır. Ulus bunu işleyişte devlete koşullu olarak, kullanım hakkı üzerinden devredebilir. Devlet artık egemenliği ulus adına kullanabilecektir. Bunu kendi adına kullanamaz. Türkiye"de işte bu karıştı. Devlet egemenliği ulus adına değil, ulusa karşı ve kendi oligarşisi adına kullandı. Seçilmişlerin hukuku işte tam da bu odak kaymasını düzelten bir olgudur. Türkiye"de yaşanan son gelişmeler oligarklar istemese de uluslaşmaya, toplumlaşmaya doğru atılmış önemli ve târihsel değerdeki gelişmelerdir. Bunların kıymetini çok ama çok iyi bilmek lâzımdır. Ama bu derecede önemli olan başka hususlar da var. Kaş yapayım derken göz çıkarmanın âlemi yok. Toplumlaşmanın asgarileri, toplumlaşma süreçlerinin bütününü anlatmaz. Haydi bunu inşâat terimleriyle anlatalım. Söz ettiklerimiz toplumlaşmanın "kaba" inşâatıdır. Durmak yoksa burada da durulmamalı. Toplumlaşmanın ince inşâatı ise bütün çetrefilliği ile bizi bekliyor.

10 yıl önce
Egemenlik ulusun(mu)dur?
Siyasette yumuşama: Mümkün mü?
Genç kimdir?
Başkan Erdoğan soykırım davasının müdahili olarak ABD’ye gidecek mi?
Özgürlüğün otoriterliği karşısında Filistin taraftarı öğrenciler
Gazze ışığında üniversitenin misyonu