|
Oh olsun tembel Yunanlılar!
Osmanlı İmparatorluğu'nun mirâsı bozdurulunca ortaya onlarca modern devlet çıktı. Bu devletlerin kuruluş harcında, ne yazık ki milliyetçi-ayrımcı hislerle kızıştırılan bir Osmanlı düşmanlığı yer alır. (Ve yine ne yazık ki, buna uzun seneler boyunca Türkiye Cumhuriyeti de dâhil olmuştur). Bir bakıma hepsinin ortak paydası Osmanlı düşmanlığıdır. Hâlbuki tecrübe ortadadır: Roma'dan sonra Osmanlı'nın temsil ettiği “barış” (pax) sistemi dağıldığında, Doğu Akdeniz dünyâsında, neticeleri hiçbir aktör için hayırlı olmayan; şu ya da bu biçimde formüle edilen kan davaları kaçınılmazdır.

Osmanlı sistemine modern bir bakışla çok sayıda eleştiri getirilebilir. Gayrı Müslimlerden alınan özel vergiler, devşirme sisteminin çocukları âilelerinden kopartan gelenekleri bunun başında yer alır. Modernist bir anakronizmle değil de, daha târihsel düşünüldüğünde, bu uygulamaların iç yüzü daha iyi anlaşılabilir. Ama bütün bunları, bir an için Osmanlı barışının aksaklıkları, hattâ gayr-ı insânî tarafları olarak varsayalım: Eğer Aydınlanma'nın barışçıllığı bir illüzyon değil gerçek olsaydı, bütün bunlar modern dünyâda tevil edilebilir; eşitlikçi bir yeni düzende dönüştürülebilirdi. Öyle olmadı. Bu coğrafyaya dünyâ egemenleri fırsat tanımadı. Ağır müdahalelerde bulundu. Tanzîmat bazı çok önemli adımları attıysa da, karşılığını alamadı. Milliyetçilik virüsü bütün topluluklara yayıldı. Bu defa da devlet, kurumsal reflekslerini çalıştırarak şedit usullerle bunların üzerine gitti. En sonunda, dramatik bir varoluş çizgisine gelindiğinde, “mâdem ki ahkâm-ı asr böyleymiş; alın size” diyerek kendi milliyetçiliğini üretti. Milliyetçiliklerle mücâdele eden devlet, milliyetçiliğini ürettikten sonra kendi içindeki topluluklara karşı çalıştırdı.

Türkiye'de milliyetçilik, ilki “seküler-lâikçi”; diğeri de “İslâmî-Sünnî” olmak üzere iki ana damardan gelişti. Bunlar kendi içinde ihtilâflı çizgilerdir. Ama bu gerilimler yanıltıcı olmamalıdır. Meselâ Osmanlı geçmişine sâhip çıkma meselesi sorunlu alanlardan birisidir. İlk damar kesin bir Osmanlı nefreti gütmekte; diğeri ise son derecede tek boyutlu ve milliyetçiliğin kabalamalarına ircâ edilmiş bir Osmanlıcılığı onun karşısına koymaktadır. Bu yönelişlerin yansımaları da farklı olmaktadır. Meselâ ilki, eski hesaplar üzerinden derin bir Osmanlı düşmanlığı güden Alevîleri kapsamakta; lâkin Sünnîleri ve sâdece Kürtleri değil, cümle Osmanlı bakiyesi olan farklı etnik toplulukları itmektedir. Diğeri ise, Sünnî toplulukları içerirken, yine Osmanlı bakiyesi olan gayrı Müslimleri ve Alevîleri dışlamaktadır.

Doğu Akdeniz coğrafyası, milliyetçi kodlara yerleştirilmiş aktüel ya da potansiyel kan davalarından geçilmiyor. Osmanlı bakiyesi onlarca devlet arasında ulusallaşma sürecini esenlik içinde tamamlamış bir numune bile gösteremiyoruz. Ne acı değil mi?

Sağcılaştırılan bir Osmanlı imgesinin hiçbir anlamı olmadığı ortada. Diğer taraftan hayât çok ilginç ipuçları ortaya koyuyor. 1999 Depremleri Yunanistan ile Türkiye'de yaşayan insanları, siyâsal zihin yapılarından arındırarak eş anlı tetikledi. İzmit depremi sırasında “Dayan Mehmet” diyen ve kan vermek için kuyruklar oluşturan Yunanlılara, Atina depreminde “Dayan Yorgo” diyen Türklerin sesleri karıştı. Zihin altları, zihin yüzeylerine çıktı. Gazze'deki dayanışma bir Müslüman dayanışması olduğu kadar, târihsel olarak bir Osmanlı dayanışmasıdır da. Siyâsal Osmanlıcılığın karşısında, fiilen varolan bir Osmanlılık hisleri derinden derine varlığını sürdürüyor. Bunun siyâsal karşılıkları da olabiliyor. Meselâ AK Parti'nin attığı en mühim adımlardan birisinin, gayrı Müslimlere mülkiyet haklarını iade eden kararlar ve uygulamalar olmuştur.

Yunanistan'ın yaşadığı son kriz ve bunu atlatmak için verdiği çabaları küçümseyen ve horlayan; bir bakıma da “tembel Yunanlılara oh olsun” demeye getiren bir söylem dikkatimi çekiyor. Bazı doğruluk payları taşısa da, bunun altında, her şeyiyle sorunlu olan örtük bir Osmanlı karşıtlığının yattığını düşünüyorum. Yunanlılar “ohi” dedi. Direndi. Olmadı ve yenildiler. Bunun tahlilini yapmak ayrı bir şey, ama sonucun keyfini çıkarmak ve “oh olsun” demek ayrı bir şeydir. Yüzyıllar boyu birlikte yaşamış, Osmanlı halkları olarak onları anlamak ve onurlarını kırmadan yardımcı olmaktır yakışan. Buradan göçmek zorunda bırakılmış “bizim Rumlara” çifte vatandaşlık hakkı vermek, diğerlerine de ayırım yapmadan buralarda iş tutma ve çalışma imkânlarını sağlamak; “mozaiğin çocukları” ile “çininin çocuklarını” biraraya getirmek ne kadar da uygar ve insânî bir davranış olurdu?

Elbette burada dikkât çekilen siyâsal bir Osmanlı'nın diriltilmesi gibi hastalıklı bulduğum bir iddia değildir. Ama milliyetçi hislerden arındırılmış bir Roma- Osmanlı geçmişine atıfta bulunmadan, anlamlı Doğu Akdeniz ve Ortadoğu barışının karşılığı olamayacağına da bir o kadar eminim. O halde soyut bir “halkların kardeşliği” lâfının yerine, târihsel tınlaması olan bir “Osmanlı halklarının kardeşliği” dense daha anlamlı olmaz mı?
#Osmanlı İmparatorluğu
#Gazze
#Doğu Akdeniz
9 yıl önce
Oh olsun tembel Yunanlılar!
İsmailağa buluşması
Nezahet, Zarafet ve Nezaket...
İmalat PMI, kredi kartı harcamaları ve Fed
Kim bu çılgın tüketiciler
Yıl 2030: Sokak köpekleri simülasyonu