|
Dâvetten dâvete

Dışişlerinde şimdiye kadar pek ender görülmüş bir garabet yaşanıyor: İki müsteşarı var.

Bu yıl dâvetler mevsimi, araya Ramazan ve bayram girdiği için, biraz gecikmeli başladı; arayı kapatmak için olsa gerek, şu sıralarda Ankara''da dâvetlere yetişmekte zorlanıyorum...

Geçen hafta, 38 yıl aradan sonra bir ilke tanık olmak üzere, Dışişleri bakanı İsmail Cem''in Yunan meslektaşı onuruna verdiği dâvete katıldım. Yorgo Papandreau depremle birlikte başlayan yakınlaşma sürecinin mimarlarından biri. Yunanlı politikacılar, köşeye sıkıştıklarında kullanmak üzere, "Türk düşmanlığını" el altında bulundurmayı hep yeğlediler; Papandreau''nun 1980''ler sonunda başbakanlık yapmış babası Andreas da bu kolaylıktan istifade etmekten kendini alamazdı. Papandreau Ailesi''nin üçüncü nesil politikacısı Yorgo epey farklı; Pangalos''tan devraldığı diplomasi dümenini, "Türkiye ile dostluk" limanına doğru kırmakta tereddüt etmedi...

Yorgo Papandreau için düzenlenen yemekli dâvet Türkiye''nin de konuya olağanüstü önem verdiğini gösteren şatafatta geçti. Beni ilgilendiren, Hilton Oteli mutfağının seçkin örnekleri, ya da bir kenarda sanat icra eden kuartetin çaldığı salon müziği değildi elbette; iki dışişleri bakanının konuşmalarındaki samimiyete yoğunlaştım. Yunan bakanın üslubu ve konuşmasının içeriği İsmail Cem''in verdiği mesajlardan çok daha sıcaktı; bu durum, en fazla, dışişleri bakanı Cem''i mutlu etmişe benziyordu. Yemeğe geçilmeden görüştüğümde, "Müthiş heyecanlı bir döneme girdik, inanın" dedi bana. İnanıyorum.

Ertesi akşam yolum Amerikan büyükelçiliğine düştü. Amerika''da zenci-beyaz ayrımına son vermeyle sonuçlanan ''sivil haklar hareketi''nin öndegidenlerinden biri olan Dr. Martin Luther King''in ölüm yıldönümü vesilesiyle bir dâvet verdi ABD büyükelçisi Marc Parris... Dâvetin konusu ''insan hakları'' olunca, dâvetliler de, siyasetten, yargıdan, çeşitli sivil toplum kuruluşlarından seçilmişti. Yargıtay''ın demokrasi vurgusu güçlü başkanı Doç. Sami Selçuk oradaydı; buna karşılık ''radikal demokrasi'' savunucusu başsavcı Vural Savaş yoktu. FP''yi Genel Başkan Recai Kutan ve çok sayıda milletvekili temsil ediyordu; MHP''den Şevket Bülent Yahnici, ANAP''tan Meclis Başkanvekili Nejat Arseven gelmişlerdi.

Büyükelçi Parris''in konuşmasını dikkatle dinledim; dikkatimi artıran, dönemin Amerika''sından sözederken zihinlerde bugünün Türkiye''si ile çağrışımlar yaptıracak sözcükleri seçmesiydi. Dr. King ve sivil haklar hareketinden bahsederken, sanki "Türkiye''de de bu tür hareketlere ihtiyaç var" demek ister gibiydi Amerikalı büyükelçi. Irk ayrımcılığına uğrayan bir zenci kadının, bindiği otobüste, kendisine "Arkaya, arkaya" uyarısını yapanlara karşı "Gitmiyorum işte" demesiyle başlayan direniş, Martin Luther King''in şahsında liderini bulmuştu. O da, mensubu olduğu câmianın haklarını en yetkin biçimde ve korkusuzca savundu. Büyükelçi, Dr. King''in, Lincoln Anıtı önünde yaptığı (28 Ağustos 1963) "Bir rüyam var" adlı ünlü konuşmasından pasajlar da okudu.

Bizde ''derin devlet'' var da Amerika''da yok mu? Zenci lider King, o konuşmadan kısa süre sonra bir suikasta kurban gitti. Aynı dönemde iki önemli kişi daha suikasta uğradı ABD''de: Başkan John F. Kennedy ile adalet bakanlığı yapmış başkan adayı kardeşi Robert Kennedy... Suikastı yapanlar belli olduğu halde, bu üç olayın ardında kuklacılar bulunduğundan her zaman kuşkulanıldı...

ABD''de ''derin devlet'' olduğu gibi yargıçlar da var. 30 yıla yakın babalarının devletle irtibatlı Mafya''dan güç alan bir çete tarafından yok edildiğini iddia eden King Ailesi''ni, geçen ay, Memphis''teki bir mahkeme haklı buldu. Dr. King''in federal hükümet içinde yuvalanmış Mafya ile irtibatlı bir çete tarafından öldürtüldüğüne hükmetti mahkeme. Bu komplo içinde yer alanları, "Parayı ben verdim" diyerek altı yıl önce yargı sürecini başlatan işadamı Loyd Jowers finanse etmiş...

Haftanın bir başka dâveti, dün de sözünü ettiğim gibi, İspanya büyükelçisi Jesus Atienza''nın konutunda verdiği öğle yemeğiydi. Yemeğin onur konuğu ülkesine dönmekte olan Almanya''nın Ankara büyükelçisi Hans-Joachim Vergau nedense olağanüstü duyguluydu o gün. İki yanında dışişlerinin yeni müsteşarı Faruk Loğoğlu ile Başbakan Bülent Ecevit''in dışişleri danışmanı oturuyordu. Bazı Batılı büyükelçilerle Vergau''nun "Dostum" diye andığı az sayıda Türk''ü de çağırmıştı Büyükelçi Atienza. Türk-Alman ilişkilerine yıllardır katkıda bulunan Prof. Hüseyin Bağcı vardı sözgelimi; DYP''de kendi çizgisinde politikayı sürdüren Mehmet Dülger de oradaydı.

Dışişlerinde şimdiye kadar pek ender görülmüş bir garabet yaşanıyor: İki müsteşarı var. Müsteşar Korkmaz Haktanır''ın Londra''ya büyükelçi olarak atanmasıyla birlikte yardımcısı Dr. Faruk Loğoğlu''nun müsteşarlığı da ilân edilmişti. İngiltere agreman gönderdiği halde büyükelçi Haktanır göreve başlayamadı; çünkü DPT müsteşarlığından ayrılan Orhan Güvenen''in OECD nezdinde büyükelçiliğe atanma kararnamesi MHP tarafından bekletiliyor... Aynı kararnameyle ataması yapılan Haktanır da bekliyor böylece... Dr. Loğoğlu müsteşar, ama sıfatı kullanamıyor; Haktanır görevden ayrıldı, ama hâlâ müsteşar görünüyor... Orhan Güvenen, tanısa MHP''nin de ters bakmayacağı bir kişiliğe sahip...

Dâvetten dâvete koşmamı mâzur görün, cesetlere boğulmuş gündem arasında yabancılardan o kadar ilginç görüşler duyuyorum ki...

24 yıl önce
Dâvetten dâvete
Arada bir yerde…
‘Barışperver’ nefret terörizmine hayır!
Evet sokağa çıkamayacak hale geleceksiniz!
Batı’da İsrail spiritüel bir tutkuya dönüştürüldü...
Din savaşı