|
Roma ve İstanbul

Bahar kendini henüz belli etmeye başlamışken bile Roma sokaklarında dolaşmak bayağı zor; her taraf turist kaynıyor çünkü… Bir yanda gencecik insanlar, diğer yanda emeklilik çağı çoktan gelenler… Kimi sırt çantasından ibaret yükünü taşıyarak koşmuş buraya, kimi geceliği bin doların üzerindeki otelleri mekân seçmiş… Hangi yöne dönseniz yüzlerce turistle karşılaşıyorsunuz.

Dönülen her yönde tarihin soluğunu hissediyorsunuz çünkü…

Roma İmparatorluğu döneminden kalma eserlerin çoğu ayakta, sapasağlam duruyor. Collesium''a girdiğinizde aslanların önüne atılan esirlerin haykırışlarını duyar gibi oluyorsunuz. Spartacus ünlü isyanını burada başlatmıştı; onun ayak izlerini takip ederek dolaşabiliyorsunuz Roma''da… Panteon''da soluklanıp kâinat üzerine derin düşüncelere dalabiliyorsunuz…

Yalnızca Roma İmparatorluğu döneminin eserleri dimdik ayakta durmuyor, Mussolini''nin açtığı dev yolların iki kenarına sıralanmış faşizm dönemi eserleri de Roma''yı Roma kılan unsurlar arasında varlığını sürdürüyor. Bir arkadaş, herhalde filmlerden de hatırlayarak, “İşte şu küçük balkona çıkarak yapmıştı Mussolini, ünlü son konuşmasını” diyor…

İtalyanlar tarihlerinin her ânının -doğru veya yanlış- kendilerinin eseri olduğunun bilinciyle korumuşlar ikibin yıllık eserleri; sırf o eserleri görmek için her yıl Roma''ya gelen çok sayıda turist haklı olduklarının ispatı; haklı çıkmak aynı zamanda önemli bir gelir kaynağı İtalya için…

İstanbul''un Avrupa Birliği Bölgeler Komitesi Toplantısı''na aktif katılımının başlangıcına tanıklık etmek üzere geldiğim Roma''da ilk gözüme çarpan iki farklı anlayış oluyor: İtalyanların ayrım gözetmeyerek sahip çıktıkları ve bu sayede kazandıkları gerçeğine karşı, bizlerin tarihimize kuşkuyla yaklaşıp kaybettiğimiz gerçeği… Kimimiz, ''İslâm-öncesi'' dönemin eserlerine yan gözle bakıp korumak yerine tahrip etmeyi yeğlemişiz, kimimiz de ''İslâm'' uygarlığının sanat ürünlerini hor görüp yıkılışlarına göz yummuşuz… Sonuç ortada: İstanbul gibi uygarlıklara beşiklik etmiş bir kentte ibadethaneler dışında sanat eseriyle karşılaşmak olağanüstü nâdirattan…

Batı Roma''nın başkenti doğru tercih sayesinde yılda 60 milyon turist çekiyor, Doğu Roma''nın başkenti ise gelenlere ancak mahcup bir tavırla evsahipliği yapabiliyor… Grubumuz Roma''nın her adımda tarihin hissedildiği sokaklarında dolaşırken bu duyguları derinden hissetti.

Buraya ilk geldiğim günü daha dünmüş gibi hatırlıyorum. 1970 yılının ağustos ayının ortalarıydı. Yine kalabalıktı Roma, fakat şu sıralarda kendini fazlaca belli eden özgüvenden yoksundu. Sanata meraklı bir öğrenci olarak, bir başından diğerine ağzım ve gözlerim açık halde gezerken, ne keyif almıştım.

O günlerden belleğimde iki anı capcanlı…

İlki, İtalya''ya girişimle ilgilidir. Avrupa ülkelerinin çoğunun Türklerden vize talep etmediği bir dönemdi o yıllar… Bir yerlerden gemiyle İtalya''ya gidiyordum. Seyahatin sonunda geri almak üzere her yolcu gibi pasaportumu ilgilisine teslim etmiştim. Pasaportların geri alınacağı gün, kuyrukta sıra bana geldiğinde, ilgilinin pasaportumu bulmakta zorlandığını fark ettim. Nihayet aklına geldi ve “Yoksa Türk müsün?” diye sordu. Meğer Türkiye''den gelen yolcuları özel bir sorgudan geçirme âdetleri varmış… Âhiret soruları karşısında ne kadar bozulduğumu tahmin edebilirsiniz…

İkinci olayı da Roma Garı''nda yaşamıştım. Venedik''e doğru trende yol alırken birdenbire pasaportum ve bir miktar paramın içinde bulunduğu cüzdanımın koyduğum yerde olmadığını anladım. Bilet alırken gişe önünde çıkarmıştım cüzdanımı, “Herhalde orada unutmuş olmalıyım” diye kaygılandım.

Her ulusla ilgili önyargılar vardır ve İtalyanların eli uzunluğu zihnime öyle bir önyargı olarak kazınmıştı. İki gün sonra Roma''ya döndüğümde, tek kuruşuna dokunulmamış param gişe memurunun zulasında beni bekliyordu. Görevli, bir bana bir de pasaportumdaki resmime baktı ve tek bir söz sarf etmeden cüzdanımı iade etti…

O gün bugündür İtalyanlar hakkında anlatılan olumsuzluklar bir kulağımdan girer diğerinden çıkar…

Akdenizliliğimizden olmalı, pek çok yönden bize benzer İtalyanlar; o yüzden de, ''benzeyenler birbirini iter'' kuralı gereği, geçmişte fazla iyi geçindiğimiz söylenemez. Son yıllarda ise hem siyasette hem ticarî hayatta bayağı iyi ilişkiler kurulabildi. Tayyip Erdoğan ile Sylvio Berlusconi arasında ''kanka'' derecesinde bir yakınlıktan söz edilebiliyordu.

Dışarıda “Gel bana” diyen bir hava var, ama ben AB''nin 50. yıldönümü vesilesiyle Roma''da yapılan ''AB Bölgeler Komitesi Toplantısı''nda İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş''ın konuşmasını dinlemeye gidiyorum…

17 yıl önce
Roma ve İstanbul
Bu başarı hepimizin
Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a
Herkeste bir ‘ben’ var, bir de ‘gerçeklik’…
Yatırım grevi
Gölge oyunu...