|
Wael Dahdouh: Vicdanın sesi

Modern demokrasilerin en önemli sütunlarından olan basın özgürlüğü, son dönemde ciddi bir saldırı altında. Özellikle ifade özgürlüğünün teminat altına aldığı basın özgürlüğü konusu, modern dönemin en büyük sınavını vermektedir. Kamuoyunun beklentilerine cevap vermek ve belirli ihtiyaçlara göre bir baskı grubu oluşturabilmek medya aracılığıyla mümkündür. Özellikle azınlık gruplarının yanı sıra baskı altındaki toplulukların kendi medyalarına sahip oluşları, demokrasinin işleyişi açısından hayati öneme sahiptir.

7 Ekim sonrasında İsrail’in başlattığı işgal girişimi tahayyül edilemeyecek boyutlarda bir basın özgürlüğü tablosu ortaya koymaktadır. İlk evrede, İsrail’in kendisini savunma hakkından hareketle saldırıları meşrulaştıran bir yayıncılık dili, ilerleyen günlerde Filistin’in sesi olabilecek herhangi bir medya aracını çeşitli baskılarla sindirme arayışına girmiştir. Bu nedenle
on yıllardır İsrail’in baskı ve terörüne maruz kalan Filistin, temel hak ve özgürlüklerin yanı sıra ciddi basın özgürlüğü ihlallerine de sahne olmaktadır.
Küresel hukuku çiğneyerek işgal siyasetini genişleten İsrail, Filistin halkının özgürlüklerini her açıdan tehdit etmektedir. Son dönemde daha fazla yoğunluk kazanan İsrail şiddeti, basın çalışanlarını doğrudan hedef almakta ve birçok gazetecinin katliamına neden olmaktadır.

Geriye doğru gidildiğinde İsrail’in basın özgürlüğü ihlallerinin 7 Ekim tarihi ile başlamadığı rahatlıkla görülebilmektedir. Örneğin İsrail, 2021 yılında Associated Press ile El Cezire’nin de ofislerinin bulunduğu bir binayı bombalamış, uluslararası otoriteler bu konuda herhangi bir tepki vermemiştir. Benzer biçimde İsrail’in şiddet ve terör politikalarını uluslararası gündeme taşıyan TRT World, El Cezire ve Anadolu Ajansı gibi basın kuruluşları da çeşitli baskılara maruz bırakılmakta ve haber üretme özgürlükleri ihlal edilmektedir.


İsrail Lobisi ve Epstein Vakası
7 Ekim sonrasında diplomatik kaynakların yanı sıra İsrail lobisi eliyle tahakküm altına alınan Batı basınında süreç içerisinde kısmi bir değişim olsa da baskın eğilim Filistin halkının maruz bırakıldığı trajediyi göstermemektedir.
Son dönemde Epstein skandalı çok net bir biçimde ortaya koydu ki, İsrail hem küresel lobisi ile hem de ülke dışındaki istihbarat birimleri aracılığıyla Batılı siyasetçi, iş adamı ve gazeteciler üzerinde baskı kurmaktadır.
İsrail elindeki bütün enstrümanları kullanarak kendi şiddetini artırmaya ve söz konusu şiddetin görünür olmasını engellemeye dönük bir operasyon içerisindedir. Son dönemde senatörlerin karşısında küçük düşürülen bazı üniversite rektörlerinin gelinen noktada baskılara dayanamayarak istifa etmesi, İsrail adına çalışan lobinin ne denli etkili olduğunu göstermektedir.

Yine benzer bir baskı grubu oluşturarak Filistin lehine söz ve eylemlerde bulunan kişilerin fişlendiği ve işten çıkarma, rencide edilme ve itibar suikastına maruz bırakılma gibi birçok yöntemin uygulandığı görülmektedir. Geçtiğimiz aylarda J-Ventures Global Kibbutz Group adlı Whatsapp grubu üzerinden örgütlenen İsrailli işadamlarının İsrail aleyhindeki kişi ve grupları tespit ederek onlarla ilgili kara propaganda yaptıkları ortaya çıkmıştır. Finans, medya ve siyaset üçgeninde bütün gücünü kullanan İsrail’in bu saldırgan politikalarını sürdürmesi, hiç kuşkusuz uluslararası güç dengelerini inşa eden kurucu güçlerin ürettiği bir sorun. Sorunların çözümü adına herhangi bir adım atmayan ve statükonun devamından yana tutum takınan küresel güçlerin tarihe kara bir leke bıraktıkları açık bir gerçek.

Bu baskıya direnen ve farklı bir duyarlılık geliştiren gazetecilerin karşılaştıkları durum ise olayın vahametini ortaya koymaktadır.
7 Ekim’den bu yana 100’ün üzerinde gazetecinin katledildiği bu işgal sürecinde, basın özgürlüğü alanındaki kuruluşların net ve güçlü bir tepki ortaya koyamamaları İsrail’in işini biraz daha kolaylaştırmaktadır.

Wael Dahdouh: Cesaret Örneği
Son dönemde gazeteciliğin bütün beklentilerini karşılamaya çalışan ve Gazze içerisindeki trajediyi bütün dünya kamuoyuna duyurmaya çalışan El Cezire televizyonunun Gazze Büro Şefi Wael Dahdouh, bütün baskı ve katliamlara rağmen önemli bir direniş sergilemektedir. Hatırlayacak olursak İsrail, Ekim ayında Dahdouh’un ailesini hedef almış ve eşi, kızı, oğlu ve bir torununu öldürerek trajik bir katliama imza atmıştır. Yine
birkaç gün önce, İsrail’in güvenli bölgede Dahdouh’un kendisi gibi basın çalışanı olan oğlunu hedef alarak öldürmesi, hem Dahdouh hem de dünya gazeteciliği açısından oldukça kritik bir gösterge.
Filistin halkına yönelik şiddeti uluslararası kamuoyunun gündemine taşıyarak sürece ilişkin haber yapan basın-yayın organlarına yönelik bu yıldırma girişimleri, alışılmışın dışında bir basın özgürlüğü ihlaline işaret etmektedir. Söz konusu saldırılara ve katliamlara yönelik cılız tepkiler gösteren Batı dünyası, hem gazetecilik hem de devlet refleksi itibarıyla sorunlu bir performans sergilemektedir. Bir soru ile bitirelim.
Wael Dahdouh, eğer Ukrayna’da yaşasaydı ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinde Gazze’deki habercilik başarılarının onda birini sergileseydi Batılı otoriteler nasıl bir tepki verirdi?
Cevabı basit, 2023 yılında gazetecilik alanında verilen Pulitzer ödüllerini alan gazetecilere bakıldığında durum çok net görülecektir.
The Associated Press, The Washington Post, The New York Times ve The Los Angeles Times’ın Pulitzer ödüllerini aldıkları bir dünyada Dahdouh’un
küresel vicdanın sesi olması, daha anlamlı ve kıymetli hiç kuşkusuz.
#ABD
#Jeffrey Epstein
#Toplum
#Turgay Yerlikaya
4 ay önce
Wael Dahdouh: Vicdanın sesi
Zekat yükümlüsü
“Görüntülere kazak ören aldatılmış büyükanneler” Türkiye’si...
Meselemiz “hesapsızlık”
Amerikan sponsorluğunda İsrail-Suudi normalleşmesi
Faz-2: Washington’un bölme operasyonuna Ankara yanıtı