|
Türk televizyonları: "Vuruşan kafalar"

Televizyonun, anavatanı olan Batı''da algılanış, kullanılış ve "tüketiliş" biçimleriyle, Türkiye''de algılanış, kullanılış ve "tüketiliş" biçimleri son derece farklılık arzediyor. Bu farklılık, Batı toplumlarında ve Türkiye''de hem elitlerle toplum arasındaki ilişkilerin, hem de televizyona yüklenen veya televizyonun üstlendiği işlevlerin handiyse taban tabana ters bir görünüm arzetmesinden kaynaklanıyor.

Daha önce de zaman zaman atıfta bulunduğum Oxford Üniversitesi profesörlerinden Philip Robins''in bu bağlamda yaptığı saptama ve karşılaştırma burada söylemeye çalıştığım şeyi iyi açımlıyor: Robins, Batı''da elitlerin kimliği, öncelikleri ve duyarlıkları ile toplumun kimliği, öncelikleri ve duyarlıklarının Türkiye''de olduğu gibi birbirini itmek, dışlamak ve olumsuzlamak yerine, birbirini beslediğini ve bütünlediğini söyler.

Batı''da elitler, Türkiye''de olduğu gibi, topluma tepeden "yabancı" kültürler ve kimlikler dayatma veya empoze etme kaygısı gütmezler. Bu durum, Türkiye''nin elitlerinin, Arkoun ve Tonybee''nin deyişiyle "Türkiye''de hayali ve naif bir kültür ve medeniyet değiştirme" çabasına soyunmalarından kaynaklanır. Batılıların kendi tarihsel (spesifik) koşullarında, kendi ihtiyaçları doğrultusunda ve farklı süreçlerden geçerek geliştirdikleri değişim / modernleşme projelerinin ve modellerinin Türkiye''de de "aynen" uygulanmaya kalkışılması ve böylesi bir çaba içine girilirken bizim dinamiklerimizin, zengin deneyimlerimizin ve anlam haritalarımızın olumsuzlanması, sonuçta Türkiye''de elitlerin toplumu "adam etme", topluma tepeden bir kimlik ve kültür empoze etme kaygısı gütmelerine neden olmuş; bu da, kaçınılmaz olarak Türkiye''de yapay kavgaların, çatışmaların zuhur etmesine yol açmıştır. Elitlerin topluma daima kuşkuyla bakmaları, toplumun sesini, duyarlıklarını ve dinamiklerini sürgit bastırma ve yoksayma çabası içinde olmaları, gele gele sonunda 28 Şubat sürecinden bu yana parlamentoyu ve siyaseti işlevsizleştirmiş, ekonomiyi felç etmiş ve ülkeyi yönetilemez hale getirmiştir.

Böylesine absürd ve traji-komik bir tablonun ortaya çıkmasında elitlerin kapıkulu gibi hareket eden medyatörlerin (özellikle de televizyonlarda tastamam gladyatörlere dönüşen medyatörlerin) hiç de küçümsenemeyecek bir rolü olmuştur.

Batı''da kitle iletişim araçları, topluma farklı kültürler, kimlikler ve duyarlıklar empoze etme veya ithal etme kaygısı gütmezler. Batıda genelde medyanın, özelde ise televizyonların temel işlevi, öncelikli olarak Batı kültürünü, anlam haritalarını yeni bir dille yeniden icat etmek ve üretmektir. Televizyon, toplumdaki farklı duyarlıkların ve özgürlüklerin varoluş alanlarının genişletilmesi gibi bir işlev üstlenir; dolayısıyla yaratıcı ve "özgürleştirici"dir.

Türkiye''de tam tersi bir durum sözkonusudur. Türk televizyonları, elitlerin, türlü güç odakları ile ekonomik çıkar çevrelerinin önceliklerini, duyarlıklarını ve çıkarlarını meşrulaştırmakla ve özgürlüklerin alanlarını daraltmakla ödevli sayarlar kendilerini; bu yüzden de yaratıcı değil, yıkıcıdırlar.

Yıkıcıdırlar, diyorum; çünkü televizyoncularımızın özgün bir dil geliştirmek gibi kaygıları yoktur; dışarıda geliştirilen formatları tepe tepe tüketmekten başka bir şey bilmezler. Ayrıca Türk televizyonlarının Batıda olduğu gibi, toplumun anlam haritalarını, dinamiklerini, duyarlıklarını yeniden icat etmek ve üretmek gibi bir kaygıları da yoktur. Yaptıkları şey, topluma yabancı duyarlıklar, imgeler, kimlikler pompalayarak, toplumun anlam haritalarını, dinamiklerini, duyarlıkların dinamitlemektir.

Tüm bunlar, Türk elitlerinin, okumuş-yazmışlarının ve tabii televizyoncularının ne denli hazırlopçu, ezberci, toptancı, sığ olduklarını; analitik, eleştirel ve imaginatif zihin kalıplarına sahip olamadıklarını gösteriyor.

Türkiye''de elitler de, elitlerin, güç ve çıkar odaklarının kapıkulları rolünü oynayan medyatörlerin de zihin kalıpları rasyonel, eleştirel ve analitik bir şekilde işlemiyor. Aksine son derece hissi, irrasyonel, toptancı ve totalleştirici bir şekilde işliyor. O yüzden televizyonlarda, özellikle kamu yararını değil rating kaygısını öne alan televizyonlarda ele alınan sorunlar, rasyonel, analitik ve eleştirel bir gözle ele alınmıyor; aksine, önceden belirlenen temel kaygıların ve mesajların topluma enjekte edilmesi amaçlanıyor.

Sonuçta stüdyolar veya televizyon ekranları, ilkel hislerin, kavgaların, kapışmaların cirit attığı "arena"lara, hatta zaman zaman "savaş alanları"na dönüşüyor. Batı''da "konuşan kafalar" olarak tanımlanan televizyonlar, Türkiye''de izleyiciyi geri zekalı yerine koyan "vuruşan kafalar"a dönüşüyor. Televizyonların "vuruşan kafalar"a dönüşmesi, Batı''da olduğu gibi dördüncü kuvvet değil, birinci kuvvet konumuna getirilmesi, televizyoncuların ülkede kolaylıkla yapay gündemler ve kavgalar icat ve ihdas etmelerini kolaylaştırıyor.

Türkiye''nin "vuruşan kafalar"a değil, "konuşan kafalar"a şiddetle ihtiyacı var. Bu iş elbette ki, bir süreç ve zihinsel yenilenme işi.

23 yıl önce
Türk televizyonları: "Vuruşan kafalar"
Arabamla Nahçıvan Koridoru’ndan Bakü’ye gitmek için gün sayıyorum
İsmailağa buluşması
Nezahet, Zarafet ve Nezaket...
İmalat PMI, kredi kartı harcamaları ve Fed
Kim bu çılgın tüketiciler