|
Çanakkale’yi san’atla anlatmak

Cumhurbaşkanı Erdoğan TSK’nin Afrin’de verdikleri mücadeleyi fark edemeyen daha doğrusu bundan ilham alamayan, şairlere, bestekarlara sitemde bulundu. Muhteşem Çanakkale savunmasının yapıldığı günlerde Enver Paşa da savaşın gerçek yüzünün basına yansımadığını söyleyerek aynı sitemlerde bulunmuştu. Dönemin ünlü fikir adamı Ziya Gökalp de bu siteme şu mısralarıyla katılıyordu:

O, orada senin için kanını

Seve seve döker iken ey şâir!

Sen ne için ona bir kaç ânını

Vakfederek yazmıyorsun bir şiir



SAN’ATÇILAR DUYARSIZ MI?

Bu sitemler ile yetinilmemiştir. Harbiye Nezareti Çanakkale’de yaşanan mahşeri göstermek için san’at ve edebiyat çevrelerinden oluşan ve “Hey’et-i Edebiye” adı verilecek olan bir guruba cephe gezisi düzenlemiştir. O tarihteki büyük sanatkârlar ve şairler olmasa da, daha sonra isim yapmış pek çok kişi bu heyette yer almışlardır. Ağaoğlu Ahmet, Ali Canip Yöntem, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Orhan Seyfi, Ömer Seyfettin, Mehmet Emin Yurdakul ve daha niceleri. Cepheyi on gün gezen heyet üyeleri dönüşlerinde sanat ve edebiyat dünyasına kısmen hareketlilik kazandırdılar. Şiirler ve nesirler yayımlandı ama beklenen olmadı. Nitekim hafızalarda o eserlerden hiçbiri değil, o sırada Berlin’de olduğu için seyahate katılamayan Mehmet Akif’in şehitlere armağan ettiği o muhteşem eseri kaldı. Fakat bu sayede Türk Harp Edebiyatı’na da bir adım atılmış oldu.

Belki işin tabiatında vardır. San’at, edebiyat emirle üretilemez. Ama büyük sanatkârların ilham kaynaklarının da Çanakkale, İstiklal Harbi gibi önemli hadiseler olduğu dikkate alınınca, böyle bir beklentiye girmek kadar tabii bir şey yoktur.

Çanakkale’de cepheyi gören sanatçılar büyük eserler üretemediği gibi, Milli mücadelenin en zor safahatında İstiklal Marşı için açılan yarışmada da hüsrana uğranıldığı unutulmamalıdır. Kimi mükafat almak, kimi de Milli Mücadele karşısında duyduğu heyecanı anlatmak üzere yazılan yedi yüz eserden hiçbiri uygun bulunmamış ve yine Mehmet Akif’in o muhteşem şiiri İstiklal Marşımız olarak benimsenmiştir. Nitekim bugünkü beste tartışması da bu şiirin bir marş olarak yazılmamasından kaynaklanmaktadır.

Afrin için de bir san’at ve edebiyat gezisi düzenlense nasıl olur? sorusu akla gelmiyor değil. Gerçi geçmiş tecrübe ve bugünün kimi tanınmış bazı sanatçıların meseleye bakışları, sonucu şimdiden gösterse de önemli bir kırılmanın olacağı kanaatini taşıyorum. Türkiye’yi, Anadolu topraklarını savunan ve haklılık noktasında birbirinden asla ayrılmayan iki askeri harekatın sonuçlarının aynı güne, 18 Mart’a denk gelmesi de sanatçılara ilham kaynağı olmalıdır. Her ikisi için, hafızalarda iz bırakacak san’at eserlerinin hayata geçirilmesi ise bir vefa borcudur.

ÇANAKKALE’Yİ ANLATAN BİR FİLMİMİZ YOK

Türk İstiklal Harbinin mukaddimesi olan Çanakkale Muharebeleri hakkında hâlâ dünyayı etkileyecek bir filmi yapamamış olmamız ayıbımızdır. Yapılanları yok saymak niyetinde değilim. Belgesel tarzında, uzun uzun nutukların yer aldığı ve seyirci üzerinde etkisi az olan yapımlardan söz etmiyorum. Dünyayı etkilemiş bir savaşın yine dünyayı etkileyecek bir yapım ile anlatılmasından bahsediyorum. Dünyanın bütün askeri deniz ve kara harp okullarında birer ders olan Çanakkale Muharebelerinde ne senaryolar saklıdır. Her bir sahnesi büyük, şaheser filmlere konu olacak hikâyeler ile doludur.

Sadece Nusret mayın gemisinin 7-8 Mart’ta döktüğü 26 mayının hikayesi; Mecidiye tabyasını ve Seyid Onbaşı’nın koca mermiyi sırtlandığı son bir saati, Yahya Çavuşun bataryası ile eşsiz kahramanlığının sadece iki saati, tabyalarındaki bütün neferleri şehit olduktan sonra adeta savaşın kaderini siperlerinden belirleyen, Bigalı Üsteğmen Hasan ve Trablusgarplı Teğmen Mevsuf’un şehit olmadan önceki son bir saatleri üzerinden yapılacak büyük prodüksiyonlar kim bilir ne kadar etkili olacaktır? Kirte, Arıburnu veya Anafartalar’ın sadece bir saatlerini konu alan, nutku az, aksiyonu yüksek bir sanat şaheserinin genç zihinlerde bırakacağı izlerin başka bir şey ile sağlanması mümkün değildir.

18 Mart sabahı bütün mağrurluğu ile Çanakkale önlerine gelip kısa zamanda Marmara’ya açılma hayaliyle, Dardanos bataryasını atışlarıyla yok eden Fransız Bouvet zırhlısını düşünün. Birkaç saat içinde 600 personeli ile boğazın derinliklerine gömülmesini anlatırken, geminin güvertesinden, sömürgelerden getirilen zavallı ve Fransız üniformalı masum askerlerin gözünden bu haksız savaşın çirkin yüzünü gösteren muhteşem bir yapım, en az Titanik kadar etkili olur. Elbette böyle bir yapımda Esa’d Paşa’yı, Vehip Paşa’yı, 18 Mart kahramanı Cevat Paşa’yı ve daha bir çok Türk komutan ve askerlerini, Türk aktörleri oynarken; Amiral Carden’i ve Ian Hamilton’u İngiliz; De Robeck’i Fransız, Liman von Sanders’i de Almanlardan tanınmış güçlü oyuncular canlandırmalıdır.

VE ÇİZGİ FİLM

Tabi işin bir de çizgi film yönü vardır. Çocuklarımıza ve dünya çocuklarına bu muhteşem savunmayı anlatan bir çizgi filminin olmaması da bir eksiklik değil midir?

Burada bir notumuz daha var: 2005 yılında yapılan ve hâlâ gösterilen “Çanakkale Geçilmez” çizgi filmine önce Japonya ayarında bir film diyerek öven sonra iktidardan istediğini alamayan bir medya gurubu; danışmanlık yapıp “filmin kurgusu tarihi olaylara uygundur” raporu verdiğimiz için bizi de tefe koymuştu. Marmara Üniversitesinin o dönemki rektörü de yememiş, içmemiş, hakkımızda soruşturma açmaya kalkmıştı. Hikayesi uzun burada kalsın. Ama o çizgi filminin gördüğü ilgi bu ihtiyacın boyutlarını ispatlamaktadır. O günkü şartlarda yapılan filmin, bugünkü çocuklara hitap edecek şekilde güncellenmesi ve bütün dünya dillerinde yayımlanması gerekmektedir.

“Çanakkale Muharebeleri ve İslâm Dünyasını” yazmaya niyetlenmiştim konu başka bir yere geldi. Bu yazı da gelecek yazımız olsun.

#Çanakkale
6 yıl önce
Çanakkale’yi san’atla anlatmak
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü