|

Sızıntı çağında ulusal güvenlik haberciliği

Doğrusu, Edward Snowden gibi gizli belgeleri ifşa edenler -bu ayın patlayıcı niteliğindeki Ulusal Güvenlik Teşkilatı'nın veri madenciliği programları hakkındaki hikayelerinin kaynağı- nadiren radikaldir. Bir gazeteciye göre sızdırılan miktar bir pasif direniş hareketi olsa da, başka birine göre bilgi sızdıranlar “genelde ulusal güvenliğin yükünü sırtlarında taşıdıklarını zanneden A tipi insanlardır.” Bununla birlikte, bu hareket için olanak sağlamak biraz destek gerektirebilir.

Yeni Şafak
04:00 - 18/03/2015 Çarşamba
Güncelleme: 21:11 - 17/03/2015 Salı
Yeni Şafak
Sızıntı çağında ulusal güvenlik haberciliği
Sızıntı çağında ulusal güvenlik haberciliği
NOREEN MALONE

11 Eylül saldırılarından beri ulusal güvenlik raporlarının değiştiğini anlamak için çok gizli veri madenciliği uzmanı olmaya gerek yok. İşyerinde yönetimle ilgili bir usulsüzlüğü iç ve dış kaynaklara duyuran işçi olmaya özenen biri sadece bir mouse’a tıklayarak çok büyük miktarda gizli bilgiyi paylaşabilir. Bu sırada hükumet bu bilgileri sızdıranların peşine düşmek ve cezalandırmak için kendi dijital teknolojilerini harekete geçirmeye dünden razıdır. Fakat bu gerçeğin tek yan tesiri şüphesiz ki düşük teknolojilidir: ulusal güvenlik hakkında yazan gazetecilerin küçük dünyasının içinde zanaatkâr bir biçimde bilgi-toplama teknikleri diyebileceğimiz şeyleri yeniden kucaklamak. Veya bu gazetecilerin haklarında yazdıkları casusların diyebileceği şekilde söylersek buna simsarlık diyebiliriz.


Zayıf simsarlıkta iyi bir ders aslında Amerikan hükumetinin James Rosen’a karşı çıkardığı arama emri ifadesinde görülebilir. Fox News’da muhabir olarak çalışan Rosen yazdığı bir haberde Kuzey Kore hakkında gizli bilgileri sızdırmış ve hakkında cezai soruşturma başlatılmıştı. Soruşturmayı yürütenler Rosen’ın kaynağıyla bağ kurdular çünkü çift American Dışişleri Bakanlığının içinden ve dışından birbirlerine yakın olarak hayâsızca bilgi yürüttüler. Kötü bir fikirdi. Bir gazeteciye göre “Ulusal güvenlik hakkında haber yapan gazeteciler sandığımız kadar da zeki değiller”. “Sızmalar sonucu yapılan soruşturmaların gösterdiği gibi, bizim simsarlığımız gerçekten kusurlu. (Rosen davası gazetecilere hükümetin güvenliğine daha yakın bir şekilde bakmaya teşvik etti ve bu Pentagon’da yakalanmadan iş yapabilmeyi ortaya çıkardı: yaka kartları binanın belli bir turnikesinde gerekmiyor. Gazeteciler buraya Rosen girişi lakabını takmışlar.


Casusluk Kanunu

Dışişleri Bakanlığı'nın kendi binasında turnike giriş-çıkış zamanlarını kontrol etmesi çok şaşırtıcı olmasa gerek. Ama Watergate skandalının bitmesi, medya ve Adalet Bakanlığı arasındaki Judith-Miller yumuşaması gazetecilerin federal mülkten ayrıldıktan sonra güvenli bir şekilde neler yapabileceği hakkındaki algıları değiştirdi. Uzun lafın kısası: daha dikkatli ve gayretli olmalılar. Ortalama bir gazetecinin tetkikten kaçabilme kabiliyeti aslında akıllanmaktan ibarettir. Bir gazeteciye göre “Ve bizim bunu en azından ‘The Wire’ seviyesine çıkarmamız lazım, kullan at telefon alma zamanı”.


Veya hiç telefon kullanmamak. Hava durumu hakkında telefon üzerinden bir kaynakla mesajlaşmak bile bu bilginin ortaya çıkması anlamına gelebilir. Elektronik iletişim için de aynı şey geçerli. Ulusal Güvenlik Teşkilatı’nın israfı ve sahtekârlığı hakkında Tom Drake tarafından Baltimore Sun muhabirine gönderilen emailler Hushmail adlı güvenlik sağlaması gereken bir programla şifrelenmişti. Ama Drake şifrelerini bir soruşturmanın hedefi haline geldiğinde zoraki olarak söyledi ve bu savcılara bozulmamış bir sürü mesajın izini bulmalarına erişim vererek Drake’in Casusluk Kanunu’nu ihlal etmekten suçlanmasına neden oldu. (Sonunda daha küçük bir suçu kabul etti)


21. Yüzyıl gazetecilerini teknolojiden ayırmak kolay olacağından değil. Berkeley’deki California Üniversitesi'nde araştırmacı gazetecilik hakkında yapılan bir konferansta bir katılımcı ulusal güvenlik haberi yapmayı anlatırken konuşmacıların kafasını yüz-yüze bir toplantıyı telefon kullanmadan yapmanın nasıl mümkün olabileceği hakkında karıştırdı. Balkonlardaki saksı bitkilerine geri mi dönüyoruz yoksa?


Obama yönetiminde milli güvenlik

Fakat yürütme organlarının sızdırılmış bilgilerini takipte olduğu bir zamanda sezgili bir şekilde bilgi toplamak analog davranışları bile değiştirmek demek. Büyük gazetelerden birinin hukuk departmanı gazetecilere (eğer bir kaynağın adını deftere yazmak zorunda kalırlarsa ve mahkemeye çağırdıklarında atabilecekleri) yapışkanlı not kağıdı kullanmaları yönünde talimat veriyor. Pentagon’da çalışan bir gazeteci kendisini gazeteci olarak tanımlayan mavi kimlik kartını binada yürürken potansiyel kaynakları korkutmasın diye sakladığını söylüyor. (Birkaç defa kimlik göstermesi için durdurulmuş ama Segway süren bir güvenlik görevlisi gördüğünde yoldan kaçmayı artık öğrenmiş.)


Zorluğuna rağmen, gazetecilerin simsarlıktan konuşmaya başladıklarında heyecanlandıklarını fark etmek o kadar da zor değil. Ulusal güvenlik muhabirleri (çoğu erkek olan) genelde halka gerçeği göstermek gibi asil hedeflerle motive olmuşlardır ama onlar aynı zamanda nerdeyse casuslarla müzakerede bulunmak veya onlar gibi hareket etmekten neredeyse çocuksu bir zevk alırlar. 


Muhabirlerin kaynaklarını engellemeye karşı Obama yönetimi gazetecilik ve ajanlık için ortak olan başka bir geleneksel bilim dalının üstünü çizmiştir: bilgi veren insanın psikolojisini anlamak. Tabii ki izinsiz sızıntıların çoğu gazetecilerin uzun süre nasıl fayda sağlayacaklarını bildikleri insanlardan gelir –bürokratik çatışmacı, incinmiş yenilen kimseler. Ama Bush ve Obama döneminin bilgi sızdıranlarının dostluğunu kazanmak uzaklarda bir yerde bir diktatörlükte yerinde olan varlık sahibi birini idare etmek gerektirir. Yaptıklarının ne kadar riskli olduğunu anlamak için uzun uzadıya nelere şalterlerinin attığını anlamak gerekir. 


Gazetecinin sınırları

Bir ulusal güvenlik dergisinde çalışan muhabire göre “Çok gizli bir çevrede çalışmak tabiatı gereği paranoyak güdüleri tetikler”. Bu muhabir bir de daha az merhametli versiyonu sunar: “Onlar neredeyse her zaman çatlaklar!” Talep edilmeden bilgi sızdıranlar çoğu zaman verdikleri bilginin patlayıcı niteliğinde olduğunu düşünürler (genelde olmaz). Ama çatlak olmayan bilgi sızdıranların bile temas kurana kadar sağı solu belli olmaz. Düzgün olan bütün iç yolları denemişler ama reddedilmişlerdir. Bir gazeteci onları terapiste benzetir, diğeri “Onların bakış açılarına karşı çıkmayın” diye akıl verir. “Ben onlara yalan söylemem, ama yolumdan çıkıp onların yanlış ve aptal olduklarını da söylemem, sürekli siyaset konuşmaktan hoşlanan bir amcamla konuşur gibi, sadece ne demek istediğini anladım derim”.


Doğrusu, Edward Snowden gibi gizli belgeleri ifşa edenler –bu ayın patlayıcı niteliğindeki Ulusal Güvenlik Teşkilatı'nın veri madenciliği programları hakkındaki hikayelerinin kaynağı- nadiren radikaldir. Bir gazeteciye göre sızdırılan miktar bir pasif direniş hareketi olsa da, başka birine göre bilgi sızdıranlar “genelde ulusal güvenliğin yükünü sırtlarında taşıdıklarını zanneden A tipi insanlardır.” Bununla birlikte, bu hareket için olanak sağlamak biraz destek gerektirebilir. 

Bu artan tetkik kültüründe gazeteciler gizli kaynaklarının iyi niyetli olduklarının kanıtı görmeye çok daha hevesli. Diğerleri gibi ismini vermek istemeyen kıdemli bir gazeteciye göre “Bu insanların çoğu aşırı derecede paranoyak”. Bu bir kaza değil: böyle gazetecilerin kendilerine güvenebilmeleri için ürkek kaynaklara ihtiyaçları var. Bu konu hakkında başka bir gazeteciyle konuşmak böyle ilişkileri tehlikeye atmak için iyi bir yöntemdir. 

Muhabirlerin durumu

Kaynakların 11 Eylül sonrası kaliteli casus simsarlığı istekleri muhabirlik şanının fiyatını daha sağlam şekillerde kırabilir. Bilgi sızdıran birisi Los Angeles Times'da bir muhabire özellikle patlayıcı niteliğinde bir dosyayı muhabirin kendi isminin yazılmaması şartıyla verdi. Böylelikle ilişkilerinin herhangi bir soruşturmadan sonra da devam etmesini garanti altına aldı. (Köşe yazısı künyesini kaybetti, hikayeyi kaptı ve kaynağı sakladı). Başka bir muhabir bilgi sızdıran kaynaklarının kendisine bir mahkeme çağrısı karşısında durup durmayacağını sorduğunu söyledi. Yani ulusal güvenlik raporunun “Beni sevdiğini söyle” muadili ve kaynakların Judith Miller’ın 2005’te hapse girmesinden önce çok daha az söylenen bir şeydi. 

Fakat bu günlerde kaynaklar fazladan güven arayan tek kişi değiller. Konuştuğum muhabirlerden bir tanesi bana konuşmamızı e-posta olarak gönderdi. “Bir ek: Konuşmamızı dinleyen iş arkadaşlarım senin muhtemelen bizden kaynaklarımızı ve metotlarımızı ortaya çıkarmaya çalışan bir FBI ajanı olduğunu söylediler.” Kayıt için: değilim. Ama konuşmamızı başka kimlerin dinleyebileceğini kim bilebilir?

Bu yazı New Republic dergisinin 2013 Haziran sayısında yayınlandı. 
#11 Eylül
#ulusal güvenlik
#habercilik
9 yıl önce