|

Türkiye tarihinin en büyük çocuk zirvesine hazırlanıyor

Milli Eğitim Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Eğitim Politikaları ve Araştırmaları Derneği'nin işbirliği ile düzenlenecek olan 21. Yüzyıl Dünya Çocuk Eğitimi Zirvesi, 'Çocuk yetiştirme kültürü ve eğitiminde alternatif arayışlar' teması ile dünya çapında bir organizasyona hazırlanılıyor. Bu programla alana yeni bir soluk getirilmesi amaçlanıyor. İstanbul'da 26-27-28 Nisan tarihlerinde 3 gün boyunca devam edecek olan zirveye yurt dışından akademisyenler de katılacak.

Büşra Sönmezışık
00:00 - 3/03/2013 Pazar
Güncelleme: 16:43 - 2/03/2013 Cumartesi
Yeni Şafak
Türkiye tarihinin en büyük çocuk zirvesine hazırla
Türkiye tarihinin en büyük çocuk zirvesine hazırla

Kendi kültürümüze özgü bir çocuk pedagojisi geliştirmek kaygısıyla Osmanlı, Selçuklu ve Endülüs Medeniyetlerinde çocuk eğitiminin ele alınacağı zirveye, Amerika, Japonya, Çin, Malezya, Hindistan, Pakistan, Mısır, İran, Sudan, Azerbaycan, Güney Kore, Finlandiya gibi ülkelerin de bulduğu yaklaşık 30 ülkeden akademisyenler kendi ülkelerinin çocuk yetiştirme kültürlerini anlatacaklar. Ayrıca, özel yetenekli çocukların eğitimi ile ilgili tarihsel perspektifte ve günümüz dünyasındaki uygulamalar paylaşılacak. Zirve sonunda bildirilerin tamamı bir kitapta toplanarak ilgili kişi ve kurumlara ulaştırılması sağlanacak.

Bu zirveye, tüm dünya'dan alanla ilgili akademisyenler yoğun ilgi gösteriyorlar. Daha şimdiden Cambridge Yayınevi Bildiri kitabını basmak için, CNN International program için talepte bulunmuşlar bile.

Zirve ile ilgili olarak Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İDBF Sosyoloji Bölüm Başkanı Doç. Dr. Mustafa Orçan, İDBF Psikoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bilal Sambur ve Eğitim Politikaları ve Araştırmaları Derneği Genel Başkanı Psk. Dan. Mürşid Ekmel Aybek ile Zirve'nin oluşum amaçları ve kendi medeniyetimize özgü çocuk eğitimi üzerine konuştuk.

Mürşid Ekmel Akbek, yaklaşık oniki yıldır bir grup arkadaşıyla birlikte çocuk eğitimine dair hem batıdaki kaynakları hem de eğitim sistemimizin tarihsel süreci üzerine araştırmalar yapmış. Yalnızca batı medeniyetinden alınan kaynakların ve çocuk yetiştirme yöntemlerinin kendi kültürümüzle örtüşmeyen boyutlarını incelemişler ve araştırma sonucunda elde ettikleri verileri Prof. Dr. Aytaç Açıkalın rehberliğinde uygulamaya koymuşlar. Aybek, psikolojik danışmanlık hizmeti süresince öğretmenleri, çocukları ve aileleri gözlemleyerek çocuk yetiştirme kültürümüzün mevcut uygulamalarındaki açmazlarını tespit etmiş.

DOLUDUR AÇMALIYIM

Yenilenen müfredatın eskiye oranla daha isabetli olduğunu söyleyen Aybek, aradaki farkı şöyle tarif ediyor: 'Davranışçı Yaklaşım temeline dayanan eski müfredat; 'çocuk boştur doldurmalıyım' fikrinden hareket ederdi. Yeni müfredatta ise; 'çocuk doludur benim onu açmam gerekiyor' diyerek çocuğu, yetenekler ve özgünlüklerle dolu bir değer olarak kabul ediyor' şeklinde konuşuyor. Bu yöntemin isabetli olmasına rağmen yeterince anlaşılamadığı için uygulama hataları olduğunu söyleyen Aybek, doğru uygulandığı takdirde olumlu sonuçlar alınabileceğini belirtiyor.

Prof. Dr. Bilal Sambur ise çocukları okul, çevre ve ailenin kendisine göre şekillendirdiğine dikkat çekiyor. Ülkemizde çocuklara adeta nesne gibi bakıldığını söyleyen Sambur, bu yaklaşım doğru amaçlı bile olsa çocuğun kendisini inşa etmesinde ve bulmasında sorunlara neden olabileceği konusunda uyarıyor. Çocukları pasif nesne durumundan aktif bir özne durumuna geçirirken evrensel birikimden istifade edilmesi gerektiğini söyleyen Sambur, eğitim politikalarının oluşturulurken bu konudaki tespitlere kulak verilmesi gerektiğini belirtiyor.

Doç. Dr. Mustafa Orçan ise eğitim sisteminde genelde lise ve üniversite eğitimine yoğunlaşıldığını; ancak okul öncesi ve ilkokul eğitiminin ihmal edildiğini belirtiyor. 'Dünyada çocuklar adına bayram yapan tek toplumuz' diyen Orçan, bunu eğitime aktaramadığımızın altını çiziyor.

Doğalarında iyilik var

Ödül, ceza ve disiplin olmadan da çocukları geliştirdiklerini belirten Aybek şunları söylüyor: 'Çocuğun doğasında iyilik vardır. Mesela, çocuk aslında yalan söylemez, her zaman doğruyu söyler. Ancak çocuğa yalanı biz öğretiriz. Ya ondan, gücünün üstünde bir şeyler isteriz, bekleriz veya temel hakkını elinden aldığımız bir durum oluştururuz. O da bunun kaygısını yaşar ve o yüzden yalana başvurur. Böyle durumlarda çocuğu merkeze almadan, (suçlamadan) anne baba ve öğretmenlerle çalışırız. Çocuğun davranışlarını gözlemleriz, ölçümler yaparız ve problemini tespit ederiz. Anne, baba ve öğretmen, çocuğun doğasına uygun hareket etmeye başladığında, çocuktaki 'arıza' olarak gördüğümüz problemler de yok olmaya başlar' diyor. Türkiye'de çocukların zekâsını doyuracak, yeteneklerini geliştirecek materyaller olmadığı için de hırçın olduklarını söyleyen Aybek, bu imkânlar sağlandığında çocukların zarar veren davranışlarından hızla uzaklaştıklarını belirtiyor.

İdeali 'çocuk insan' olmak

Doç. Dr. Mustafa Orçan, dünyada eğitim alanında ortak noktaların olduğunu ancak bu durumun ülkelerin kendi kültürleriyle yorumladığını belirtiyor. Çok iyi bir eğitim modeli olsa da kültüre uyum sağlamadığı takdirde olumlu sonuç vermediğini anlatan Orçan, ülkelerdeki mimari yapıların bile insanı suça kanalize ettiğine dair bulgulara rastlandığına dikkat çekerken, evlerde çocukların oynadığı alanlar bulunmadığı için internet kullanımında artış olduğuna işaret ediyor. Orçan: 'İnternet çocuğun kendi olabildiği tek alan. Derslerle ve testlerle boğulmuş bir çocuk var. Ailenin internet bilincini oluşturması gerekiyor. Tehlikeyi gördüğünüz anda müdahale etmelisiniz. O zamana kadar rahat bırakacaksınız. Alternatif oluşturarak onlara seçme hakkı vermeniz lazım' diyor. Nietzsche'nin dört insanı tarif ettiğini, bunları; koyun, aslan, deve, çocuk insan olarak sınıfladığını hatırlatan Mustafa Orçan, içlerinde en idealinin 'çocuk insan' olduğunu belirtiyor. Soru sormanın çocuklar için çok önemli olduğunu anlatan Orçan, 'Biz çocukların elinden sorularını alıyoruz. Soru sorulmasını engelliyoruz. Aslında o sırada çocuk dünyayı keşfediyor.

Ağaç yaşken doğrulur

Prof. Dr. Bilal Sambur, ülkemizde çocuklara nesnel yaklaşıldığını, onlara şekil vermenin yanlış bir yöntem olduğunu belirtiyor. Sambur: 'Çocuklara nesnel yaklaşımımızın temel ifadesi 'Ağaç yaşken eğilir' sözüdür. Biz burada çocuğu ve insanı nesne ve pasif gören anlayışın bir ifadesini dile getirmiş oluyoruz. Yaptığımız çalışmalarda, bu ifadenin aslında bizim medeniyetimizi temsil etmediğini gördük. Biz o ifadeyi, tarihsel kaynaklarda, 'Ağaç yaşken doğrulur' olarak bulduk. Buradan da anlıyoruz ki; çocuğa nesne olarak değil özne olarak bakılıyor' diyor. Cumhuriyetin resmi ideolojisi nedeniyle tek tip insan yetiştirildiğini dile getiren Sambur, günümüz Batı dünyasının resmi ideolojisi olmadığı için insan yetiştirme konusunda artık, çocuğu özne ve birey olarak gören bir anlayışın hâkim olduğunu belirtiyor.

Sambur: 'Bundan dolayı ortaya çıkan sahici değil tamamen ideolojik, tepeden dayatmacı biçim, ortaya kendisine özgüveni olmayan, daha çok itaate eğilimli, ezberci, sorgulayamayan hatta çok sağlıklı ilişki içerisine giremeyen bir çocuk ve bir genç modeli ortaya koydu. Kendisine özgüven duyan, dünyaya açık, sadece ezberci değil bilgiyi yoğuran, eleştiren, yeniden üretebilen bir çocuk yetiştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz'.

Prof. Dr. Bilal Sambur, Hz. Ali'nin sözüne atıfta bulunarak 'Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil onların zamanına göre yetiştiriniz' sözünü rehber olarak almamız gerektiğini söylüyor. Burada anne ve babaların çağın değiştiğini fark etmeleri gerektiğini anlatan Sambur, ailelerin çocukları kontrol etme düşüncesinden vazgeçmesi ve yasakların dışında yaratıcı ve yol gösterici imkânlar bulmaları gerektiğini belirtiyor.

MASAL VE HİKÂYE ÇOK ÖNEMLİ

Çocukların ruhsal ve zihinsel gelişiminde masal ve hikâyenin önemli yer tuttuğunu ifade eden Sambur, ülkemizde bu konuda eksiklik olduğuna dikkat çekiyor. Sambur: 'Batı'da bu alanda Andersen, Ezop masalları var. Çocuğa Andersen masalları kalitesinde ne okuyabiliyoruz? Bu konuda bir uzmanlaşma olması gerekiyor. Eskiden dedelerimiz o boşluğu dolduruyordu. Ama günümüzde öyle bir şey yok. Çocuk bu anlamda boşlukta kalıyor. Oysa kendi kültürümüz ve medeniyetimiz bu açıdan oldukça zengin bir içeriğe sahip. Bu zenginliği yeterince kullanamıyoruz' diyor.

ONLARIN YETENEKLERİNİ ÖLDÜRÜYORUZ

Şimdiye kadar yapılan uygulama hatalarının çocukların yeteneklerini öldürdüğüne dikkat çeken Mürşid Ekmel Aybek, durumu kısaca şöyle özetliyor: 'Çocuklar dört-beş yaşlarına kadar çok özgün ve sıradışı cevaplar verirler. Ancak, okula başladığında körelmeye de başlar. Bunun sebebi, eğitimcinin farkında olmadan çocuğun fikirlerini yönlendirmesidir. Kalıp oluşturdukça çocukların yetenekleri hem köreliyor hem de özgünlüğü kayboluyor' diyor. Çocuk eğitiminde Osmanlı, Selçuklu ve Endülüs'ü araştırdıklarını belirten Aybek, ödül, ceza, disiplin kavramlarının çocuğun doğasını reddettiğini, bu sebeple çocukların doğal davranamadıkları için kendilerini gerçekleştiremediklerini söylüyor. Kuşak çatışması'nın çocuğun doğasını reddetme halinin sonucu olarak ortaya çıktığını anlatan Aybek, 'Çocuğun doğasına ne kadar müdahale ederseniz o kadar kuşak çatışmasına zemin hazırlamış olursunuz' diyor.

11 yıl önce