|

Baas rejimi artık yolun sonunda

Annan Planı'na rağmen, Baas rejiminin yaptığı son katliamlar diplomasinin veya uluslararası kuruluşların gerçek anlamda -genelde Ortadoğu özelde Suriye konusunda- problemlerin çözümüne katkı sunabilecekleri tezinin iflas ettiğinin en açık kanıtıdır.

Cevher Şulul
00:00 - 12/06/2012 Salı
Güncelleme: 03:02 - 12/06/2012 Salı
Yeni Şafak
Baas rejimi artık yolun sonunda
Baas rejimi artık yolun sonunda

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batılı devletlerin askeri ve ekonomik baskıları sonucunda Osmanlı İmparatorluğu dağılmış, Ortadoğu'daki toprakları İngilizler ve Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Böl ve yönet mantığıyla bu coğrafyanın stratejik anlamda en önemli bölgesi olan Suriye'nin güneyinde İngilizler, Ürdün ve İsrail'i; Fransızlar Lübnan ile birlikte kuzeyde bugünkü Suriye'yi kurmuşlardır.

1950'lere kadar fiilen bu bölgeyi işgal eden Batılı güçler, bu tarihten sonra da askeri, siyasi ve ekonomik bağımlılık temelinde gizli bir şekilde işgallerini sürdürmüşlerdir. Suriye'de olduğu gibi, bölgede çoğunluğu temsil eden Sünnilere karşı her zaman İslam dışı azıklıklara ve unsurlara destek vermiş, Nusayriler ile Hıristiyan azınlıkları yönetime getirmişlerdir. Azınlıklar da o tarihlerde Fransız manda yönetiminin kurduğu Özel Doğu Akdeniz Birlikleri'ne katılarak onların işlerini kolaylaştırmışlardır. Bu askeri birliklere katılanlar genelde Nusayriler, Dürziler ile bir kısım Hıristiyan azınlıklardan oluşmaktaydı. Dün ve bugün halka karşı aşırı derecede şiddet kullanan Suriye ordusunun temeli buraya dayanmaktadır. Yakın tarihte, halkına karşı işlediği katliamlarla ünlenen bu ordunun arka planında böyle bir yapı söz konusudur.

OĞLU BABASINI ARATMADI

Katliamlarını saymakla bitiremeyeceğimiz Baba Esed'in ölümünden sonra 2000 yılında yönetime reform vaadiyle gelen Beşşar Esed, söylemleriyle halka ve muhalefete ümit vermiştir. İnsanlar yıllar sonra kendi düşüncelerini ifade etme, mevcut totaliter yönetime karşı seslerini yükseltme cesaretini kendinde bulmuşlardır. Nitekim 27 Eylül 2000'de 99 aydın, siyasi ve sosyal alanda reform yapılmasını talep eden bir bildiriye imza atmışlardır. Baas rejimi, başlangıçta bu bildiriye karşı sadece tehditkâr bir tavır takınmakla yetinmiştir. Ancak 2001 yılında bu kez 999 aydının baskıcı yönetimin sonlandırılması için yayınladıkları bildiriye karşı çok sert tepki vermiş, birçok entelektüel ve sivil toplumun önde gelen isimlerini tutuklatmış, bu sürece destek veren basın yayın organlarını kapatmıştır.

O tarihlerde halka ümit veren ve Şam Baharı diye isimlendirilen bu süreç bir başka bahara ötelenmiştir. Halk, oğul Esed'in gerçekte iktidar söz konusu olunca baba Esed'den farklı olmadığını onun bir görünen bir de görünmeyen yüzü olduğunu anlamıştır. Şöyle ki;

Kuzey Afrika ülkelerinde başlayan Arap Baharı'nın etkisiyle Ürdün sınırında 15 Mart 2011'de Dera kentinde başlayan barışçıl/silmiyye gösteriler kısa bir süre sonra Suriye'nin bütün kentlerine yayılınca Baas rejimi göstericilere karşı orantısız güç kullanarak -eskiden olduğu gibi- halkı korkutacağını sanmıştır. Ancak bu kez göstericilere karşı uygulanan şiddet politikası sonuç vermemiştir.

Aksine öldürülen ve yaralanan on binler, hapishanelere atılan yüz binler, yerle bir edilen kentler, toplu katliamlar halkı durdurmak bir yana daha da öfkelendirmiş daha da bilenmesine sebebiyet vermiştir. Zira halk, bu kez daha kararlı ve tecrübelidir. Daha önceden yaptığı hataları tekrar etmek istememektedir. Başladığı işi bitirme azmindedir.

Bunun karşısında daha da öfkelenen Baas rejimi tarihte emsali görülmemiş katliamlara imza atmaktadır. Geçen Cuma günü bütün dünyanın gözü önünde Humus kentine bağlı Hula kasabasında 49'u çocuk 108 kişi; Hama, Halep, Dera, Kuneytra, Tartus, Lazkiye ve Şam'da ise 134 masum insan katledilmiştir. Baas rejiminin yaptığı bu türden katliamların bu bağlamda değerlendirilmesi gerekir.

HALK GELECEĞİNE SAHİP ÇIKIYOR

Bu gelinen noktada, Suriye halkı içersinde bulunduğu durumdan nasıl kurtulabilir, sorusu akla gelmektedir. Son noktada Suriye halkı er veya geç bu var olma savaşından kendi iradesiyle galip çıkacaktır. Ancak bizim de 400 yıl aynı çatı altında yaşadığımız ve her şeyimizi kendileriyle paylaştığımız bu insanlara karşı tarihten gelen sorumluluğumuz vardır. Tarih önünde bundan asla kaçamayız.

Birtakım uluslararası kuruluşlar veya Avrupa Birliği, Amerika, Çin ve Rusya gibi devletlerin bu sürece olumlu anlamda Suriye halkının lehine katkı yapacaklarına dair ufukta bir emare görünmemektedir. Mantıklı düşündüğümüz zaman bunun olması gerektiği yönünde bir neden olabileceğini de kimse söyleyemez. Zira Suriye deki mevcut durumun tarihsel arka planında fiilen Avrupa'nın kurguladığı çarpık yapı söz konusudur. Diğer bir bölgesel kuruluş olan Arap Birliği ise problem çözme kapasitesine sahip değildir.

Bu problemin çözümünde etkin anlamda inisiyatif alabilme kapasitesine sahip olan ülkeler Türkiye ve Körfez ülkeleridir. Bu güne kadar sorunu diplomasi ile veya bekle gör politikalarıyla çözmeye çalışan ve baştan beri taraf olan bu ülkelerin artık politika değişikliğine gitmesi gerekir.

Bu insanlara gıda yardımı veya battaniye vererek sorunu çözemezsiniz. Sorunun hızlı bir şekilde çözümü muhalefetin askeri kapasitesini yükseltmekten geçer. Bu nedenle de Körfez Ülkeleri ile Türkiye'nin muhalifleri hem silahlandırması hem de eğitmesi gerekir. İran ve Rusya'nın Esed rejimine her türlü askeri desteği verdiği yerde iki taraf arasında dengenin sağlanabilmesi için bunun yapılması gerekir.

Zira Türkiye'yi Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Ortadoğu'dan tecrit eden güçler, benzer planı bugün İran ve İsrail üzerinden tekrardan sahnelemektedir. İran, bir taraftan Şii hilaliyle Türkiye'nin güney ile olan bütün bağlantısını keserken; İsrail, Kıbrıs Rum kesim ve Yunanistan dâhil neredeyse bütün komşularıyla birtakım askeri antlaşmalar yapmaktadır.

ŞİDDET REJİMİN SONUNU HAZIRLIYOR

Sonuç olarak uluslararası kuruluşlar, sadece güçlü ülkelerin tecavüzlerini, işgallerini meşrulaştırmak için kullandıkları bir enstrümandır. Annan Planı'nına rağmen, Baas rejiminin yaptığı son katliamlar diplomasinin veya uluslararası kuruluşların gerçek anlamda -genelde Ortadoğu özelde Suriye konusunda- problemlerin çözümüne katkı sunabilecekleri tezinin iflas ettiğinin en açık kanıtıdır.

Ancak bazılarının iddia ettiğinin aksine Türkiye, doğrudan askeri müdahale seçeneği dışında bazı argümanları kullanarak sorunun çözümüme ciddi anlamda katkıda bulunabilir. Zira Suriye meselesi bizim için sadece ahlaki ve insani bir mesele değildir. Türkiye'yi kuşatma veya Anadolu'ya hapsetme meselesidir. Diğer bir ifadeyle var olma veya yok olma meselesidir.

Maalesef Türkiye'de ne muhalefet partileri ne de kamuoyu bu konun ne anlama geldiğinin yeterince farkında değildir. Muhalefet, Baas partisinin bir uzantısı gibi davranmaktadır. Yapılan propagandalarla muhafazakâr kesimin bile kafası karışmıştır. Bazı çevrelerin iddia ettiği gibi Suriye'deki Baas rejimi İsrail'e karşı direnişi temsil etmemektedir. Tam tersine kolonyalizmin son kalıntılarındandır. Bütün kurumlarıyla İsrai'in varlığına hizmet etmektedir. Yapılan katliamlara rağmen bunun aksine iddia etmek tarihi bilmemek demektir.

* Doç. Dr., Harran Üniversitesi Öğretim Üyesi

12 yıl önce