|

Melle ve seydaları nasıl bilirdiniz?

Diyanet'in melle açılımı çok önemlidir. Çünkü melle, vicdanlardaki en önemli emniyet subabıdır. Onlar esas olarak otoritelerini, statükocu olmayışlarından alırlar.

Mahmut Abdurrahmanoğlu
00:00 - 21/12/2011 Çarşamba
Güncelleme: 21:20 - 20/12/2011 Salı
Yeni Şafak
Melle ve seydaları nasıl bilirdiniz?
Melle ve seydaları nasıl bilirdiniz?

Yol uzun; gidilecek ve telafi edilecek birçok konu var. Orada, itibari yüksek, İslami ilimlere vakıf, davranışlarında çok titiz “melle”leri, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kadrosuna alınmak istenmeleri yeni bir tartışma başlattı; bunun “ihtiyaçtan kaynaklandığı, güvenlik endişelerinden kaynaklanmadığı” beyanlarını duyduk.

Sözkonusu illerde, “kan davalarını, arazi ihtilaflarını…” çözen, iki tarafta hakem rolü gören “melle”nin “yansız ve adil karar vereceğinden” kimsenin ufak bir şüphesi yoktur. Yazının amacı, bölgedeki medreseleri tanıtmaktır.

MELLE, MELE, MELA, SEYDA; ŞEX

Arapçadan gelen “melle” kelimesi, örneğin Diyarbakır, Mardin, Urfa'da “melle”; Bitlis, Van civarında “mela”, daha kuzeyde Muş, Bingöl, Erzurum'da “mele” olarak telaffuz edilir. Uzun, ortalama 12 15 yıl süren medrese eğitimi gayet meşakkatlidir. Hemen hemen büyük her köyde, ilçelerde bazı namlı mellelerin yanında bu eğitim alınırdı. Erken yaşlarda, çocuklar aileleri tarafından bu medreselere gönderilir, uzun ilim seferine çıkan talebelere, “feqî” denilir; köy camilerinin yanı başında feqîler için yapılan küçük kerpiç evlerdeki odalara “hücre” adı verilir; sabah, akşam bir feqî, evleri tek tek dolaşıp köylünün sabah kahvaltısından veya akşam yemeğinden kendilerine ayrılan payı alıp köyün camisinin yanındaki hücrelere götürür; böylece yemekler beraberce yenirdi.

Bu toplanan yiyeceklere “tayin ya da ratıb” denir. Köylülerin akşam yemeğinde tenceresinde, genellikle sadece mercimek çorbası pişirildi. “Seyda”, kelime olarak daha yaşlı ya da feqî yetiştiren mellelere verilen isimdir. Şex, icazetnameden sonra, bir nevi doktora eğitimidir. şunu unutmamak lazım: Medresede eğitim hem ilim hem de ilim ve takva yolunda ilerlemek, pişmek amaçlıdır. Yanlış davranışlarda bulunan, kişiliği oturmamış feqîye, icazetname verilmemesi genel kuraldır.

Bütün öğrenim hayatını, farklı farklı medreselerde geçirmek daha makbül; çünkü farklı mellelerden ders almak, sonra ders aldığı mellelerle övünmek güzeldir. Serdehlê(Cizre) medresesi, bölgemizde çok ünlüydü. Uzun yolun sonunda, hem ilim hem de takva açısında pişen feqiye, “icazetname” adı verilen bir belge (sadece elle yazılan bir kâğıt) verilir; bu arada icazetname töreni düzenlenirdi.

ERBANE, BEYT ve İCAZETNAME

“Erbane” feqîlerin çaldığı bir nevi teftir. Erbaneler çalınır, beytler söylenir, salavatlar çekilir, dualar eşiliğinde, feqîye mezuniyet töreni düzenlenirdi. İcazetnamede, feqîyi mezun eden melle, (Seyda), kendisinden başlayarak kimden icazetname almışsa, o silsile yazılırdı. Artık o feqî, bir başka köye gidip imam olabilir, hatta o köy feqîlerin iaşelerini karşılayabilecek büyüklükte ve güçte ise, o da feqî okutabilecekti. Görülüyor ki, köylerdeki camilerde verilen ve halkın yardımlarıyla gerçekleşen eğitim, sivil ve kendiliğinden gerçekleşmektedir. Eğitimin yapılma şansı olmadığı yıllarda, zorluklar yaşanmıştır.

Peki, köyde ders veren melle neyle geçinirdi? O, sadece köylünün vereceği zekat ve fitre ile geçinirdi, namaz vakitleri dışında, feqîlerle ilgilenir, onlara ders veridi.

“MELLÎ DOZDE İLM” (12 İlim Sahibi İmam)

Şu sözü çok duyardınız: örneğin “Mellê Sergelîya, Mellê dozde ilme.” (Sergeliya köyünün imamı, 12 ilim sahibidir.), Medresede İsagoci adı verilen mantık ilmi de okutulur, eğitim dili Kürdçedir, ancak bu ilimler öğrenirken mutlaka çok iyi Arapça bilmek lazımdır. Farsça bilmek lazımdır, Kürdçe ve Farsça zaten aynı dil grubundandır, öğrenilmesi fazla zor değildir. Arapçanın bütün sarf ve nahvini bilmek zorunludur. Klasik Kürd edebiyatının buralardan yeşermiştir.

Bölgede ünlü medreselerde vardı: Axtep ( Çınar), Altuxêr ( Çınar), Gozelşex (Çınar), Erebkend (Bismil), Bexça (Silvan), Duderiyâ (Kulp), Hazro merkez, Şexselametâ (Dicle), Êlipar- Alipınar ( Diyarbakır Merkez), Hêzan (Lice), Zoqeyd (Kurtalan), Basret, Norşîn, Oxin (Mutki), Melekend Bulanık), Kolhisar (Hınıs), Melekan (Solhan), Palo, Tıllo(Siirt), Elxan (Urfa), Qevman (Karakoçan), Baneh (İdil), Tİlsekan (İdil), Kınıx (Nusaybin), Serdehlê ( Cizre), Ehmediyê (Savur)…

Bugünlerde, TRT ŞEŞ'te (TRT 6) yayımlanan “Medreseyên Berê” ( Eski Medreseler) belgeselini izlemenizde fayda var. Bu belgeselde, eski medreselerin görüntülerini ve röportajları izleyip, ki bazılarında artık eğitim yapılmamaktadır, o medreseleri tanıyabilirsiniz. Böylece o eski medreseleri, belgesel her hafta devam yayımlanıyor, tekrar tanıdık.

RAHLE ve HAFIZA

Bölgenin medreselerinin yıkık duvarları, hazindir: Evet, “Kimi hikâyeler apansızdır. Bir kıvılcımla başlayan önü alınamaz yangınlar gibidir. (…) Küllerin arasından. Cılız seslerden. Bombardımanlardan.” ( Köksal Alver, Çevgen, Hece Yay.). Bazı hikâyeler ansızın gelir, zaten silinmez onlar; hafızalar yaşatır, sözler yaşatır, rahle yaşatır, beytler yaşatır ve “Pasajda kasetçalar feryadı: dört yerden: gözlerimden yaş gelmezse kendimden kuşkulanırım.”( Nuri Pakdil, Derviş Hüneri, Edebiyat D. Yay. 1997, s.63.)

Gönül ve bir damla su, damdaki silindir loğ taşı… Hayatın zorlukları, sıkıntılar, medreseleri bir bir kapatmış ya da eğitim yapamaz hâle getirmiştir. “Pur Hezîn im, dûrîdest im, xurbetê dil kir kebab. (Çok hüzünlüyüm, ellerden uzağım, gurbet gönlümü kebap eyledi. -Şex Ebdurrehmanê Axtepî ) Sürgün ve ayrılık, çok şey yazdırmıştır, ancak maalesef ki yazılanların çoğu ya yakılmış ya toprağa gömülmüş ya da kaybedilmiştir. Dolayısıyla zengin bir yazılı kültür, gün ışığına çıkamamıştır.

Bu adlarını saydığım medreselerde çok ünlü şexler vardı; o adların etrafında bir hale sözkonusuydu: “Molla medrese aracılığıyla gündelik hayatın dinî görünümlerini kontrol etmekte, bir tür ideoloji üretecek şekilde toplumsal bağlamın yönelimlerine katkı sağlamakta ya da yeri geldiğinde bütün bunlara engel olmaktadır. O itibarını, çerçevesini korumakla kendini görevli hissettiği dinî sınırlar evreninde oluştururken, toplum nezdindeki olumlu ve seçkin rolleri kendisine nisbet edilen karizmatik bir dizi atıftan almaktadır.(…)” (Necdet Subaşı, “Dinsel İtibarın Göstergeleri-Doğu ve Güneydoğu Anadolu Örneğinde Bir Yaklaşım”, Avrupa Günlüğü, Sayı 1 2011, s. 122)

NAKŞİBENDÎ – HALİDÎ EKOLU

Mevlana Halid'le beraber (1779 Süleymaniye-1827 Şam), bölgede daha önce hemen hemen hiç olmayan Nakşibendî tarikatı gelişmiştir; Onun adıyla Halidîlik hemen bütün Şafiiler arasında gelişmiştir. Dolayısıyla Halîdilikle beraber, adının etrafında haleler olan şexler aracılığıyla İslami duyarlık, halk katında daha fazla yer bulmuştur. Gelişen Halidîlik, ihtilafları azaltmış, köyler arasındaki anlaşmazlıklar alt seviyeye inmiştir. Halidîlik Balkanlardan Endonezya'ya kadar yayılmıştır; ki bu başka yazının konusudur. Mevlana Halid ve bölgede yankıları ile Cumhuriyet dönemindeki dini hayat ihakkında, (Seyda) Hüseyin Abdullah Akdeniz, bizzat medresenin içinden gelerek bilgi ve gözlemlerini yazmıştır. (Melekan Şeyhleri, İtaki Kitabevleri, Malatya 2009)

Tamamen doğruluk, iyilik, merhamet , sevgi için çalışan melle, seyda, vefat ettikten sonra da, adları anılırlar ve unutulmazlar. Bu arada, Mevlana Halid'ten sonra, çok önemli ulemanın bu medreselerde yetiştiklerini belirtmek gerekiyor: , Xevsê Geylanî, , Şex Eliyê Paloyê, Mele Xelilê Sirtİ, Seydayê Bediüzzeman, Şex Ebdurrehmanê Tağî, Şex Hesenê Nuranî, Şex Ebdurrehmanê Axtepî, Şex Kasımê Altuxerê'yi, Şey Seyda (Cizre), Şex Ehmedê Xeznevî…. saymak lazım. Bu ulemalara, mutlaka türbe yapılmıştır, türbeleri de yılın belirli günlerinde ziyaret edilir.

Seydayê Bediüzzeman, bu medreselerden yetişen son yılların en önemlilerindendir.

Halidî seydalarının halk arasında oynadığı rolü küçümseyemeyiz. Onların problemleri ve ihtilafları hakkaniyetle çözmeleri “sulh”u getirmiştir. Kan davalarını bu seydalar çözerdi, sonra, kurulan sehpanın üzerine Kuran-ı Kerim konulur, her iki taraf bu sehpanın altından geçer ve barış yemeği verilirdi. Taziyelerde bu seydalar gelip doğruluk, adalet, merhamet… konularını anlatırlardı. Düğün ve taziyelerde, Şex Ehmedê Batê'nin yazdığı Mevlûd okunur, duadan sonra yemekler verilirdi .

1925-50 arası dini eğitim yok denecek dereceye inmiş, sonra kısmi rahatlık olmuştur. Bu öğrenimi görenlerden İmam hatip lisesi diploması istenmektedir. Bölge dışından bölgeye atanan diplomalıların ilim düzeyi bu mellelerin yanında eksik kaldığı söylenmekte, bölge insanı melleyi tercih etmektedir, ki onlar da bunu görmektedirler ve bölge dışından atananların birçoğu da gidip mellelerden ders almaktadırlar. Bu illerdeki dini hayatın yerleşmesinde bu medreselerin rolü büyük olmuştur; gelişen hayat şartlarında birçok köyde artık eğitim yapılamaz hâle gelmiştir. Melle, vicdanlardaki en önemli emniyet subabıdır. Herkes yanlış bir iş taptığı zaman, önce seyda tarafından kınanacağını bildiğinden, yanlışa bulaşmamaya çalışırdı. Aslında, onlar esas olarak otoritelerini, statükocu olmayışlarından alırlar.

Hutbeyi en iyi bildikleri dilde (Kürdçe) dinlemek herkes tarafından dile getirilen bir taleptir. Anlamadıkları dille, cemaate hutbe dinletme kararı düzeltilmelidir. İl ve ilçelere atanan müftülerin Şafii olmasının gözetilmesi de talep edilen (Talep edilen hususlar çoktur.) hususlardandır.

* Yazar- Eğitimci (mahmutabdurahmanoğlu@gmail.com)


12 yıl önce